SİLAHLI ÖRGÜT KABULÜNDE EN ÖNEMLİ UNSUR OLAN “MATUF EYLEM” BAĞLAMINDA 15 TEMMUZ YARGILAMALARI

 

Bir yapılanmayı silahlı örgüt olarak kabul etmek için matuf suçtan mahkumiyet zorunludur. Bu zorunluluğu açıklamak için öncelikle matuf suçların özelliklerine değinmek gerekir.

765 sayılı TCK (ETCK) sistematiğinde birinci bap “Devletin şahsiyetine karşı cürümler”dir. Silahlı çete suçu ve amaç/matuf suçlar bu bapta düzenlenmiştir. Yeni kurulan Devletin ilk ceza kanununun amacı “inkılap ve Cumhuriyeti” korunmaktır ve bu nedenle yasalaşma sürecinde Kanun “müdafaa silahı” olarak nitelendirilmiştir. Bu bağlamda, ilk olarak yaptırıma bağlanan fiiller Devlet ve Anayasayı ortadan kaldırmaya yönelik hareketler olmuş ve bunlar en ağır şekilde cezalandırılmıştır. Yasanın kabul ediliş sürecinde bu yaptırım “Türk Milletinin ve inkilâbının menfaatlarına kasdedenler bunu behemehal hayatları ile öderler” şeklinde ifade edilmiştir.[1] 

TCK’da da en ağır yaptırıma tabi suçlar Devlete karşı işlenenlerdir. Silahlı örgütlerin amaç suçunu da kapsayan bu suçlar "peşinen tamamlanmış suç” kabul edilir ve bu suçlarda "neticenin" gerçekleşmesi aranmaz. Zira netice gerçekleştiğinde genellikle o fiili cezalandırma olanağı kalmaz.[2] Bu nedenle, amaç/matuf suçların tamamı (TCK md. 302, 309, 311 ve 312) teşebbüs suçlarıdır. Ancak, bu suçlar teşebbüs suçu olsalarda ayrıca teşebbüse elverişli değillerdir.[3]

Maddeler kapsamındaki teşebbüs fiilini, matuf eylemlerin icra hareketlerine başlanması oluşturur.[4] Başka bir ifadeyle, neticeyi elde etmeye “elverişli” fiiller icra başlangıcı sayılır ve teşebbüs niteliği taşırlar.[5] Bu sebeple, anayasal düzeni değiştirme tehlikesi yaratmayan veya Devletin varlığını ve birliğini tehlikeye sokmayan fiiller bu maddeler bağlamında suç teşkil etmez. [6]

TCK’nın 302 ve devamı maddelerindeki suçları oluşturabilecek eylemlerin elverişli icra başlangıcı niteliğinde olup olmadığı; eylemin yeri, zamanı, işlenme şekli ve diğer bütün özellikleri birlikte değerlendirilerek tespit edilir.[7] Bu bağlamda, eylemi gerçekleştiren fail veya faillerin sayısı ve etkinliği önemli bir unsurdur. Bu suçlar bireysel, iştirak halinde veya örgütsel olarak işlenebilir. Zira Kanun bu konuda bir sınırlama getirmemiştir. [8] Ancak, kanun koyucu ETCK’nın 125. maddesindeki suçun failini “matuf bir fiil işleyen kimse” ve TCK’nın 302. maddesindeki suçun failini de “yönelik bir fiil işleyen kimse” olarak ifade etse de, bir “kimse”nin eyleminin “matuf” olabilmesi çok zordur. Zira matuf eylemi gerçekleştiren failin tek başına elverişli icra hareketine başlaması ve devlet için gerçek bir tehlike yaratabilmesi pek mümkün değildir. Bu nedenle, Yargıtay uygulamasında bir eylemin amaç/matuf suçu oluşturup oluşturmayacağı değerlendirilirken; failin içinde bulunduğu yapıyla olan örgütsel bağına, bu yapının ülke genelindeki organik bütünlüğüne, toplumdaki etkinliğine[9] ve amaç suç için elverişli olup olmadığına bakılır. Çünkü bir eyleme “matufiyeti”, failin içinde bulunduğu yapılanmanın elverişliliği verir.[10] Yapılanma nihai amaca elverişli ise gerçekleştirilen vahim eylem de matuf eylem kabul edilir ve basit bir gasp eylemi de matuf suçu oluşturabilir.[11]   

Bir örgütün “ilk vahim eyleminin” matuf eylem olup olmadığına karar verilirken failin içinde bulunduğu yapının silahlı örgüt olup olmadığı da değerlendirilir. Değerlendirme sonucu, yapılanma elverişli kabul edilir ve yapılanmada TCK’nın 220. maddesindeki diğer unsurlar (hiyerarşi, temadi gibi) da bulunursa silahlı örgüt olduğuna karar verilir. Örgütün zorunlu unsurları yoksa oluşum TCK’nın 316. maddesi kapsamında kabul edilir.

Yargıtay, amaç/matuf suçların ancak “güçlü bir yapılanmanın” mensupları tarafından ve genelde örgütsel bir faaliyet kapsamında[12] veya örgütsel bir yapılanma bulunmasa bile “gizli ittifak” niteliğinde bir oluşum[13] ya da “organize olmuş bir topluluk”[14] tarafından işlenebileceğini kabul etmiştir.

Silahlı örgüt kabulünde matuf eylem zorunluluğu şöyle bir örnekle açıklanabilir;  aralarında hiyerarşi, temadi bulunan ve üç kişiden oluşan ve sadece bir tabancaya sahip bir örgütün nihai amacı anayasal düzeni değiştirmek ve amaç suçu da TCK’nın 309. maddesi olsa ve bu amaç doğrultusunda örgüt mensuplarından biri (fail A) bir polis memurunu öldürse, ortada örgüt vasfında bir yapılanma vardır. Zira bu yapılanmanın amaç suçu TCK’nın 309. maddesidir ve yapılanma vahim bir eylem gerçekleştirmiştir. Ancak, polisi öldüren fail A’nın TCK’nın 82. maddesi yanında 309. maddesinden (matuf suçtan) cezalandırılabilmesi; bu eylemin elverişli icra başlangıcı, yani matuf eylem olmasına, vahim eyleme katılmayıp fikir birliği içinde olan diğer iki kişinin TCK’nın 314. maddesinden cezalandırılabilmesi de bu yapılanmanın silahlı örgüt kabulüne bağlıdır.

Somut örnekte bir tabancaya sahip bir kişi tarafından gerçekleştirilen eylem, kastedilen neticeyi (anayasal düzeni değiştirme) meydana getirebilme tehlikesi yaratacak nitelikte bir eylem olmadığı gibi bu vahim eyleme iştiraki bulunmayan diğer örgüt mensupları da bu tehlikeyi yaratamazlar.[15] Eylemin işlenme şekli, zamanı ve diğer özellikleri yanında, failin arkasındaki yapı ile örgütsel bağlılığı, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü ve toplumdaki etkinliği esas alındığında, üç kişilik bir örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ya da toplumdaki etkinliğinden söz edilemez. Bu nedenle, bu eylem “vahim” olmasına rağmen “matuf” değildir. Vahim eyleme iştirak eden fail A, TCK’nın 82/1-g  maddesinden mahkum edilse bile TCK’nın 309. maddesindeki matuf suçtan mahkum edilemez. Aynı şekilde, yapılan eylem bu oluşumu silahlı örgüt boyutuna taşıyacak matufiyette olmadığından, bu oluşumun silahlı örgüt olarak kabulü ve dolayısıyla eyleme iştirak etmeyen diğer iki mensubunun TCK’nın 314. maddesinden cezalandırılabilmesi de mümkün değildir.

Bu eylemde, TCK’nın 309. maddesinde düzenlenen suç için “elverişlilik” unsuru gerçekleşmediğinden, eylemi gerçekleştiren örgüt için de TCK’nın 314. maddesinde silahlı örgüt için aranan elverişlilik unsuru gerçekleşmemiştir. Ayrıca, amaç suça elverişlilik unsuru TMK’nın 7. maddesinde düzenlenen “silahsız terör örgütlerinde” de arandığından, “cebir ve şiddet” uyguladığı halde, sadece üç kişiden oluşan ve “elverişli” olmayan bu yapılanma terör örgütü olarak da kabul edilemez. Bu örgüt, amaç suçu TCK’nın 82. maddesi olan bir “suç örgütü” veya amaç suçu TCK’nın 309. maddesi olan “suç için anlaşma” olarak kabul edilebilir.

Polis memurunu öldürme şeklinde gerçekleştirilen bu eylem, matuf kabul edilmeyerek TCK’nın 309. maddesinden mahkumiyet hükmü verilememesine rağmen bu yapılanmanın silahlı örgüt olarak kabul edilmesi; eylemi gerçekleştiren fail A’nın kasten adam öldürme ve silahlı örgüt üyeliğinden (TCK md. 82 ve 314), eyleme iştirak etmeyen diğer iki kişinin de örgüt üyeliğinden (TCK md. 314) cezalandırılması sonucunu doğurur ki, böyle bir kabul hukuki değildir. Şöyle ki;

Eğer, eylem elverişli kabul edilemiyorsa bu eylemi gerçekleştiren örgüt de elverişli değildir. Zira amaç suç için elverişli eylemi ancak elverişli bir örgüt gerçekleştirebilir.[16] Bu örnekte olduğu gibi TCK’nın 309. maddesinden mahkumiyet verilemiyorsa, bu eylem ve dolayısıyla eylemi gerçekleştiren örgüt amaç suça elverişli değildir ve ağır tehlike yaratmamıştır. Bu nedenle, bu örgüt silahlı örgüt kabul edilemez. Bu sebepledir ki, yargı mercileri matuf eylem yargılamalarında “silahlı örgüt değerlendirmesi” yapıp matuf suçtan kurdukları mahkûmiyet hükmü ile birlikte silahlı örgüt kabulü de yaparlar.

Elverişlilik bağlamında yetersiz kalan eylemler vahim de olsa matuf sayılmaz. Bu elverişliliği genelde failin arkasındaki yapılanmanın gücü oluşturacağından, silahlı örgüt değerlendirmelerinin matuf eylem yargılamalarında yapılması zorunludur. Yerleşik yargısal içtihatlar gereğince, silahlı örgüt kriteri matuf eylem ve dolayısıyla matuf suçtur. Yargıtay, silahlı örgüt kabulünü ilk matuf suçtan verilen kararlarda yaptığı için silahlı örgüt kabulüne ilişkin hususların TCK’nın 314. maddesine (ETCK md. 168) ilişkin içtihatlar yerine, matuf (amaç) suçlara ilişkin (ETCK md. 125 vd., TCK md. 302 vd.) içtihatlarda aranması gerekir.[17] Uygulamada TCK’nın 314. maddesinden açılan davalarda örgüt kabülü yapılmamaktadır. Zira bu madde, silahlı örgüt olduğuna “karar verilen” yapılanmalara “sonradan dahil olanların”cezalandırıldığı maddedir.  

Türk ceza yargılamasında, uygulaması en çok olan örgütlü suç TCK’nın 314. maddesinde düzenlenen silahlı örgüt suçudur. ETCK’da silahı çete olarak adlandırılan bu suç Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ceza mevzuatımızda bulunan suç tipidir. Bu nedenle, bu suça ilişkin uzun yıllara dayanan yargısal içtihatlar mevcuttur. Söz konusu yargısal içtihatlarda “silahlı örgüt” suçu için aranan en önemli kriter matuf eylemdir.

Yargıtay’ın son yıllarda bu suç bakımından bu kriteri esas almadığı istisnai kararları[18] da mevcuttur. Ancak, bu kararlar çok eleştirilmiş ve kanaatimizce de hatalıdır.

Her ne kadar terör suçlarına ilişkin yargılamalarda TCK’nın 314. maddesi çok fazla uygulansa da, değişik yapı ve oluşumların silahlı örgüt kabulünün yapıldığı içtihatlar yaygın değildir. Bunun nedeni, ilk matuf eylem ile silahlı örgüt kabulü yapıldıktan sonra artık o yapı hakkında her yargılamada yeniden silahlı örgüt kabulüne gidilmemesidir. Ancak, silahlı örgüt kabullerinde özellikle son zamanlarda FETÖ/PDY yargılamalarında ciddi ve yaygın hatalar yapılmaktadır. Bu hataları -diğer sebepler hariç- genel olarak iki nedene bağlamak mümkündür.

Birinci neden;

Yakın tarihte Türk Yargısında bilinen, istikrar kazanmış ve yaygın uygulaması olan bir “silahlı örgüt kabulünün” bulunmamasıdır. Zira en son silahlı örgüt kabulü 2003 yılındaki eylemi sonrası “El Kaide” hakkında yapılmıştır.[19] Bu sebeple, yaklaşık 20 yıldır yeni bir “silahlı örgüt” kabulü yapılmadığından silahlı örgütler bakımından matuf eylem kriterinin uygulamasına dönük yargısal pratik zamanla unutulmuştur.

Mevcut örgüt kabulleri; yıllar önce yapılan, kesinleşen ve aleniyet kazanan örgüt (PKK ve Hizbullah gibi) mensuplarına ilişkindir. Bu yargılamalarda yeniden silahlı örgüt kabulü yapılmadığından, ilk kabule ilişkin yargısal pratik çok eski tarihlerde kalmıştır. Söz konusu örgütlere ilişkin yargılamalarda, yalnızca failin eyleminin sübut bulup bulmadığı (maddi vakıa incelemesi) ve bu kişinin hiyerarşik yapıya dahil olup olmadığı araştırılmaktadır.

İkinci neden;

Türk ceza yargısı FETÖ/PDY yargılamalarında ilk defa uzun yıllardır legal olarak faaliyet yürüttüğü kabul edilen bir yapılanmanın “silahlı örgüte” evirilmesi durumuyla karşılaşmıştır.

PKK gibi örgütler kuruldukları anda nihai amaçlarını ve yöntemlerini açıklamışlar ve uzun yıllara varan eylemleriyle de bunu ortaya koymuşlardır. Bu gibi örgütlerin nihai amaçları ve benimsedikleri yöntemler matuf eylem yargılamalarında tespit edilip silahlı örgüt vasfı ortaya konmuş ve bu kararlar Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiştir.

Oysaki FETÖ/PDY yargılamalarında “Cemaat, Hareket, Hizmet, Gülen Cemaati” olarak adlandırılan legal bir yapının FETÖ/PDY adıyla illegal bir yapıya dönüşerek silahlı örgüt vasfı kazandığı belirtilmiştir. Türk Ceza yargılamasında bu durum ilk olup yargısal pratiği yoktur.

Açıklanan ve öne çıkan bu nedenlerle 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra FETÖ/PDY yargılamalarında ve silahlı örgüt kabullerinde ciddi hukuki hatalar yapılmış ve bu yargılamalar, silahlı örgüt vasfı uzun zaman önce kesinleşen PKK ve Hizbullah mensuplarının yargılamalarındaki mantıkla yürütülmüştür.

Bir yapının silahlı örgüt olarak kabulü ancak kesinleşen bir yargı kararıyla mümkündür. Oysa FETÖ/PDY davalarında henüz bu yapının “silahlı örgüt kabulü” yapılmadan ve bu kabul Yargıtay tarafından onanmadan bu yapıya mensup olanlar TCK’nın 314. maddesiyle cezalandırılmıştır.

Silahlı örgüt kabulü kesinleşmeden bir yapının mensuplarının TCK’nın 314. maddesi gereği mahkûm edilmesi, henüz suçlu olduğu kesinleşmeyen bir kişiyi “kayıranı” TCK’nın 283. maddesinden mahkum etmeye benzer. Basit bir örnekle bu durum ve doğuracağı ağır sonuçlar şöyle açıklanabilir; bir kasten adam öldürme suçunda polis, cinayet şüphelisi olarak X adlı şahsı belirlemiş, bu kişiyi katil olarak afişe etmiş, her yere kimliğini ve resimlerini dağıtarak X'in adam öldürdüğünü ve bu kişiye yardım edenlerin de suç işlemiş olacağını açıklasın. Bu arada X'in suçsuz olduğuna inanan arkadaşı Y’de onu evinde üç gün saklasın ve X oradan ayrılsın. Y'nin, X'i sakladığı mobese kameraları ve şahit ile tespit edilip Y hakkında dava açılsın ve Y suçluyu kayırma suçundan TCK'nın 283. maddesinden ceza alarak cezaevine girsin. Aradan yıllar geçtikten sonra X yakalanıp hakkında kasten öldürme suçundan dava açılsın, fakat bu arada gerçek suçlu da yakalanıp X beraat etsin. Bu durumda, Y hemen cezaevinden çıkarılıp, yargılamanın iadesi yoluyla adli sicil kaydı temizlenip tazminat verilse bile hapiste geçen bir yılı ve bir katile yardım ettiğine dair lekelenen itibarının geri verilmesi mümkün değildir.

Özellikle 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra açılan FETÖ/PDY davaları sayısal olarak PKK ve Hizbullah yargılamalarını geçmiştir. Söz konusu bu iki örgüt bakımından ilk matuf eylem yargılaması ile silahlı örgüt kabulü yapılmış olmasına rağmen, FETÖ/PDY yargılamalarında suç tarihinde ve öncesinde matuf eylem aranmadan silahlı örgüt kabulü yapılmıştır.

15 Temmuz 2016 tarihinde bu yapı tarafından gerçekleştirildiği iddia edilen ve matuf sayılabilecek vahim nitelikteki eylemlere ilişkin yargılamalar devam ederken ve bu yargılamaların kesinleşmesi dahi beklenmeden diğer mahkemelerce sadece TCK’nın 314. maddesi gereği açılan silahlı örgüt davalarında mahkûmiyet kararları verilmiştir. Bu yargılamalardaki silahlı örgüt kabullerinde en temel hata matuf eylem kriteri ile ilgili yapıldığından, bu konudaki yerleşik yargısal içtihatların yeniden ele alınması gerekmektedir.

Bu kısımda, FETÖ/PDY adlı yapının silahlı örgüt olarak kabulüne ilişkin Yargıtay 16 Ceza Dairesinin ilk kararı ve bu kararı onayan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararı (esas ve usule ilişkin diğer hususlara girilmeden) yalnızca matuf eylem kriteri bakımından incelenecektir.

FETÖ/PDY’nin silahlı örgüt kabulüne ilişkin bu kararlar, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından verilmesi ve CGK tarafından onanması nedeniyle önem arz etmektedir. Çünkü yüksek yargı tarafından yapılan bu silahlı örgüt kabulü, söz konusu yapıya mensup kişiler hakkında açılan diğer davalarda yerel mahkemeler tarafından esas alınmış, yeniden silahlı örgüt kabulü ve araştırması yapılmadan bu kişiler hakkında TCK’nın 314. maddesi gereğince mahkûmiyet kararları verilmiştir.[20]

Yargıtay 16. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi olarak baktığı bu davanın konusu ve sanıklara isnat edilen eylemler özetle şöyledir;

Sanık M.Ö İstanbul 29. Asliye Ceza Mahkemesi ve sanık M.B da İstanbul 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktadır. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca haklarında soruşturma yürütülen ve FETÖ/PDY üyesi oldukları iddia edilen bir kısım şüpheliler hakkında verilen reddi hâkim ve tahliye talepli dilekçeler o tarihte muhabere nöbetçisi olan İstanbul 29.Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi sanık MÖ'ye verilmiş, sanık MÖ reddi hâkim taleplerini kabul ederek, tahliye taleplerini değerlendirmek üzere nöbetçi olan 32. Asliye Ceza Mahkemesi hâkimi sanık MB’nin görevlendirilmesi yönünde karar vermiş ve sanık MB de bu şüphelileri tahliye etmiştir.

Sanıkların, tahliyelerine karar verilen şüphelilerle birlikte fikir ve eylem birliği içerisinde hareket ettikleri, görevlerini kötüye kullandıkları, örgüt liderinin talimatı doğrultusunda ve örgütsel faaliyet çerçevesinde hareket ederek TCK’nın 312. maddesi uyarınca Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs ettikleri, TCK’nın 314/2. maddesi uyarınca silahlı terör örgütü üyesi oldukları, TCK’nın 257. maddesi uyarınca görevi kötüye kullanmak ve TCK’nın 285. maddesi uyarınca soruşturmanın gizliliğini ihlal suçlarını işledikleri iddiasıyla haklarında kamu davası açılmıştır.

Sanıkların 1. sınıf hâkim olmaları nedeniyle Yargıtay 16. Ceza Dairesinde (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) yapılan yargılama neticesinde; her iki sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2 ve TMK’nın 5/1. maddeleri gereğince ve görevi kötüye kullanma suçundan da TCK’nın 257/1. maddesi gereğince mahkumiyet kararları verilmiştir.[21] Matuf suç olarak TCK 312. maddesi kapsamındaki "hükümete karşı suç" ile TCK’nın 285. maddesi kapsamındaki "gizliliğin ihlali" suçları bakımından ise beraat kararı verilmiştir.[22]

Söz konusu karar (temyiz mercii sıfatıyla) Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanmıştır.[23]

Yerleşik yargısal içtihatlar gereği silahlı örgüt nitelendirmesinin, "vahim/matuf eylem" yargılaması bulunan davalarda değerlendirilmesi ve matuf suçtan verilecek bir mahkûmiyet hükmüyle birlikte silahlı örgüt kabulünün de yapılması gerekir. Oysa gerek Yargıtay ve gerekse ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde matuf eylem yargılaması yapılmadan veya matuf eylemden mahkûmiyet kararı verilmeden doğrudan FETÖ/PDY adlı yapılanma silahlı örgüt olarak kabul edilmiştir.

Türkiye’de FETÖ/PDY olarak adlandırılan yapıya benzer mahiyette faaliyet yürüten çok sayıda cemaat, dernek ve vakıf bulunmaktadır. Bunların hangi aşamada amaçlarının ve faaliyetlerinin legal alandan illegal alana geçtiğini tespit etmek önemlidir. Bu aşamanın ve dönüşümün tespiti ancak matuf eylemle mümkündür. Çünkü binlerce üyesi bulunan, nihai amacını yasal yollardan gerçekleştirmek olan bir yapının illegal alana girdiğini ortaya çıkaracak olan kriter matuf/vahim eylemdir. Aksi halde siyasi iktidara muhalif, üyeleri arasında asker, polis ve diğer kamu görevlilerinin de bulunduğu bir yapının her an silahlı örgüt ilan edilmesi mümkün hale gelir.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, bir yapının örgüt vasfını belirlemede mevzuatta özel bir düzenleme bulunmadığını ve bunun yargılama makamlarınca belirlendiğini söyleyerek FETÖ/PDY’nin “silahlı örgüt” olduğuna karar vermiştir.[24]

Bu kabul sadece matuf eylem açısından bile birçok yönden hatalıdır. Şöyle ki;

1.  Matuf Eylemden Beraat Kararı Verilmiş Olmasına Rağmen Silahlı Örgüt Kabulü Yapılmıştır

Yargıtay 16. Ceza Dairesi matuf eylemden, yani TCK’nın 312. maddesinden (matuf suç) açılan davada yargılama yapmış, hangi fiillerin amaç suç yönünden “elverişli eylem” olarak kabul edileceğini açıkladıktan sonra[25] sanıklara atfedilen fiilin “elverişli eylem” yani “matuf eylem” olarak kabul edilemeyeceğini belirterek, matuf suçtan, yani TCK’nın 312. maddesinden beraat kararı vermiştir.[26]

Sanıkların eylemlerinde cebir, şiddet ve silah unsurları bulunmadığı gibi gasp, öldürme gibi kişi hayatına yönelmeyen ve vahim nitelik taşımayan bu eylemlerin “matuf eylem” kabul edilemeyeceği ortadadır. Ancak, somut dosyada yargılama konusu olan ve bu yapının amaçları doğrultusunda örgütsel olarak gerçekleştirildiği kabul edilen bu eylem “amaç suçun elverişli icra başlangıcı” olarak kabul edilmediğine göre bu yapının “amaç suça elverişli” olduğu neye göre tespit edilmiştir?

Bir örgütün gerçekleştirdiği eylem amaç suça elverişli icra başlangıcı kabul edilmeyerek matuf suçtan (TCK md. 312) beraat kararı verilirken, bu örgütü amaç suça elverişli kabul ederek silahlı örgüt olarak vasıflandırmak kendi içinde çelişkidir. Zira silahlı örgüt kabulü için somut tehlike, elverişlilik, cebir şiddet ve silah unsurlarının somut olarak gösterilmesi gerekir. Söz konusu yargılamaya konu eylemler matuf kabul edilmediğine göre silahlı örgüt kabulünün “soyut varsayımlara” ya da “yargılama konusu olmayan ancak cebir, şiddet ve silah unsurlarını içeren başkaca eylemlere (matuf)” dayandırıldığı anlaşılmaktadır.[27]

2. Sanıkların Eylemi Dışında Silahlı Örgüt Kabulüne Esas Alınan Başkaca Matuf Eylem Olup Olmadığı Açıklanmamıştır

Söz konusu yargılamada hâkim olan iki sanığa “matuf” olarak atfedilen eylemler görevleri gereği verdikleri kararlarıdır.  Bu kararlarda “reddi hâkim ve tahliye talepleri hakkında karar vermek” şeklindeki fiil matuf eylem olarak kabul edilmediğine göre FETÖ/PDY adlı yapının silahlı örgüt olarak kabulü için gerekli olan ve elverişliliği gösteren başka bir matuf eylem dikkate alınıp alınmadığı sorusu akla gelmektedir.

16. Ceza Dairesi, “silahlı kuvvetlere mensup unsurların TBMM gibi kurumları kuşatması” niteliğindeki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli icra başlangıcı, yani matuf eylem olarak kabul edilebileceğini belirterek[28] 15/7/2016 tarihli “darbe teşebbüsüne” atıf yapmıştır. Aslında, bu kararlarda elverişlilik unsurunun “amaca matuf” olmakla gerçekleşeceği kabul edilmiş,[29] ancak, amaca matufiyetin “matuf eylem” ile tespit edileceğine değinilmemiştir.

Amaca matuf olmak, yani amaca yönelmek, elverişli olmak, silahlı örgüt kabulünde aranacak en önemli unsurdur. Zira objektif cezalandırılabilme şartı olan elverişlilik unsuru gerçekleşmediği sürece örgüt mensuplarının TCK’nın 314. maddesi gereğince sorumlu tutulması mümkün değildir. Devletin güvenliği ve anayasal düzen için “somut tehlike” yaratabilecek seviyeye gelen örgüt elverişli hale gelmiş kabul edilir ve ancak bu tarihten sonra mensupları TCK’nın 314. maddesinden cezalandırılabilir.

Elverişliliğin tespiti, yani somut tehlike “matuf eylem” ile olur. Matuf eylem gerçekleştiren örgüt “yakın, ciddi ve ağır tehlike” yarattığından “somut tehlike” bu tarihte gerçekleşir ve örgüt de bu tarihte elverişli hale gelir.

Daire kararında somut tehlikenin; “yeterli üye", "hiyerarşik yapı” ve “şiddete dayanan eylem programı” gibi kriterler esas alınarak[30] hâkim tarafından değerlendirileceği belirtilmiş,[31] ancak CGK bu yapı bakımından somut tehlikeyi oluşturan bu üç kriter için yine 15/7/2016 tarihli olayları dikkate almıştır.[32]

Gerek 16. Ceza Dairesi ve gerekse CGK kararında yargılama devam ederken gerçekleşen 15/7/2016 tarihli eylemlere, bu eylemlerin elverişliliğine ve özellikle bu eylemlerdeki cebir, şiddet ve silah unsurlarına atıf yapılmıştır. Bu durum, silahlı örgüt kabulünde bu eylemlerin de değerlendirildiğini göstermektedir.[33] 

3.Silahlı Örgüt Kabulü İçin Cebir, Şiddet ve Silah Kullanma “İhtimali” Yeterli Görülmüştür

Nihai amaca ulaşma adına cebir, şiddet ve silah “kullanılması” silahlı örgüt kabullerinde zorunlu unsurlardandır ve bu unsurların varlığı için “kullanılma ihtimali” yeterli değildir. Oysaki bu kararlarda FETÖ/PDY’nin cebir, şiddet ve silah kullanma ihtimali yeterli görülmüştür.[34] Bu gerekçeye dayanak olarak da bu yapıya mensup asker ve polislerde “var olan yetki” esas alınmıştır. Bu kişilerde var olan “cebir ve şiddet kullanma yetkisinin” tek başına baskı ve korkutuculuk yarattığı kabul edilmiş ve yine aynı kişilerin yasal silahlarının bulunması bu yapının “silahlı” olarak vasıflandırılması için yeterli görülmüştür.[35] Hâlbuki TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan örgütün varlığı için bu örgüte "silahlı" niteliğini kazandıracak silahlı eylemler bulunmalıdır.[36]

Örgüt mensuplarının sahip olduğu resmi silahlar gerekçe gösterilerek silahlı örgüt kabulü yapılması soyut ve varsayımsaldır. Zira bu kabul, yasal silahların örgütsel faaliyetlerde kullanılacağı şeklinde bir ihtimale dayanır. Ancak, bu kararlarda “silah kullanma ihtimali” üzerine kurulan silahlı örgüt kabulüne rağmen, kamu davası açıldıktan sonra meydana gelen 15/7/2016 tarihli olaylarda cebir, şiddet ve silah kullanılmasına da sık sık vurgu yapılmıştır.[37] Başka bir anlatımla; silahlı örgüt kabulü için cebir, şiddet ve silah “kullanma ihtimali” yeterli görülürken, aynı zamanda 15/7/2016 tarihinde cebir, şiddet ve silah unsurlarının kullanıldığı belirtilmiş ve silahlı örgüt kabulünde bu eylemler esas alınmıştır.[38] Yine, silahlı örgüt kabulü için “silahlar üzerindeki tasarruf imkânı yeterli” kabul edilirken, 15/7/2016 tarihli olaylardaki vahim eylemlere atıf yapılarak bu tarihe dikkat çekilmiştir.[39] Ayrıca, her iki kararın gerekçesinde silahlı örgüt kabulü için matuf eyleme gerek olmadığı belirtilmesine rağmen sık sık 15/7/2016 tarihli olaylara ve bu olayların matufiyetine atıf yapılmıştır.[40] Ancak, tüm bu atıflara rağmen her iki kararda da 15/7/2016 tarihli olayların hükme esas alındığı açıkça belirtilmemiştir. Yani gerekçelerde “silahlı örgüt kabulü” için 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen matuf eylemlerin hükme esas alınıp alınmadığı hususu belli değildir. Bu durumda her iki karar bakımından iki ihtimal ortaya çıkmaktadır;

Birinci İhtimal: Silahlı Örgüt Kabulünde 15/7/2016 Tarihli Matuf Eylemler Esas Alınmıştır

16 Ceza Dairesi ve CGK, kararlarında silahlı örgüt kabulü için matuf eylem aramamış gibi gözükse de, aslında FETÖ/PDY’ye bu vasfı verirken 15/7/2016 tarihli matuf eylemlere dayanmıştır. Özellikle somut tehlike, cebir, şiddet ve silah unsurlarının tespitinde bu tarihteki eylemler esas alınmıştır. Ancak, 15 Temmuz tarihinde gerçekleşen olaylar vahim/matuf nitelikte olsalar dahi somut dosya bakımından silahlı örgüt kabulüne esas alınamazlar.

İkinci İhtimal: Silahlı Örgüt Kabulünde 15/7/2016 Tarihli Olaylar Esas Alınmamıştır

Silahlı örgüt kabulünde 15/7/2016 tarihli olaylar esas alınmayıp bu tarihten önce FETÖ/PDY’nin silahlı örgüte dönüştüğü kabul ediliyorsa bu durumda somut tehlike, cebir şiddet, silah, elverişlilik unsurlarının ne zaman ve nasıl oluştuğu ve nasıl tespit edildiğinin kararlarda açıkça gösterilmesi gerekirdi.

Silahlı örgüt kabulüne ilişkin yerleşik yargı kararları gereğince, somut tehlikeyi ortaya koyan cebir, şiddet ve silah içeren eylemlerin fiil, fail, mağdur, maktul ve tarih olarak gösterilmesi gerekir.

Gerek 16. Ceza Dairesi ve gerekse CGK kararında 15/7/2016 tarihli eylemler dışında ve özellikle sanık hâkimlere atfedilen suç tarihinden öncesine ait ve bu yapılanma tarafından gerçekleştirilen “matuf”, “silahlı” veya “cebir şiddet” içeren hiçbir eylem isnadı yoktur. Hatta gerekçede söz konusu yapının 15/7/2016 tarihine kadar “hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemler” kullanan “legal görünümlü illegal” bir yapı olduğu belirtilmiştir.[41]

Matuf eylemden hüküm kurulmayan yargılamalarda örgütün "amaca yöneldiği", "elverişli olduğu”, "yakın ve ciddi tehlike oluşturduğu" ve “cebir, şiddet ve silahlı mücadele yöntemini” benimsediği somut ve maddi olarak tespit edilemez ve budurumda silahlı örgüt kabulü “sübjektif ve varsayımsal” olur. Somut dosya açısından da atıf yapılan 15/7/2016 tarihli olaylar hükümden çıkarılsa silahlı örgüt kabulünün bazı ihtimal ve varsayımlara dayandığı görülür.[42]

4.Kesinleşmeyen Yargılamalar Hükme Esas Alınarak Masumiyet Karinesi İhlal Edilmiştir

16. Ceza Dairesi ve CGK'nın karar tarihi itibariyle 15/7/2016 tarihli "matuf eylem yargılamaları" henüz devam etmektedir ve hiçbiri kesinleşmemiştir. Yani 15/7/2016 tarihli “matuf eylemlerin” bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiğine dair kesinleşmiş bir karar CGK’nın karar tarihi itibariyle yoktur. Derdest olan davalar sanki kesinleşmiş gibi 16 Ceza Dairesi ve CGK tarafından hükme esas alınmış ve “15 Temmuz vahim eylemlerinin” bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiği varsayım olarak kabul edilerek silahlı örgüt kabulü yapılmıştır.

Bu varsayımsal kabulün bir neticesi olarak Gerek CGK[43] ve gerekse de 16. Ceza Dairesi[44] derdest olan 15/7/2016 tarihli vahim eylem yargılamalarındaki sanıkları ve bu yapılanmayı peşinen suçlu kabul etmiş; bu yargılamaların mahkumiyetle sonuçlanacağı ve kesinleşeceği şeklindeki bir varsayım ve önyargıyla ilgililerin masumiyet karineleri ihlal edilmiştir.

Matuf eylemler örgütseldir. Örgütsel eylem, bir örgüt mensubunun örgütü yönetenler tarafından alınan karar doğrultusunda, örgütün hiyerarşik yapısı içinde ve “örgüt adına” gerçekleştirdiği eylemdir. Örgüt kararı veya örgüt içinde bulunanların ittifakı olmadan işlenen suçlardan tüm örgütsel yapıyı sorumlu tutmak mümkün değildir. Bu nedenle, 15 Temmuz tarihli eylemlerin matuf olarak kabulü için bu eylemlere iştirak ettiği iddia edilen kişilerin örgüt üyesi olup örgüt kararı doğrultusunda ve hiyerarşik yapı içinde bu eylemleri gerçekleştirdikleri kesinleşmiş yargı kararıyla tespit edilmelidir.

Oysa ki her iki kararda da kamu davasının açılmasından sonra meydana gelen ve yargılamaları başka mahkemelerde devam eden 15/7/2016 tarihli eylemlerin bu yapıyı yönetenlerce alınan karar doğrultusunda, hiyerarşik yapı içinde ve bu yapı adına gerçekleştirildiği peşinen kabul edilmiştir. Bu kabulün dayanağı Emniyet Genel Müdürlüğünün 07/9/2016 tarihli raporudur.[45]Ancak, derdest olan yargılamaların kesinleşmesi beklenilmeden yürütme organına bağlı kurumlardan gelen raporlar esas alınarak ve masumiyet karinesi ihlal edilerek hatalı bir silahlı örgüt kabulü yapılmıştır. Ayrıca, yerel mahkemeler de Yargıtay’ın bu vasıflandırmasını doğru kabul ederek mahkûmiyetlere esas almış ve aynı hatayı tekrarlamışlardır.

5.Yargılama Konusu Olmayan Eylemler Hakkında Değerlendirme Yapılmıştır

15/7/2016 tarihli olaylar somut dosyadaki kamu davası açıldıktan sonra meydana geldiği için doğal olarak yargılama konusu değildir. Bu nedenle, bu olayların bu davada değerlendirilmesi hukuken mümkün değildir. Zira CMK’nın 225. maddesi gereğince, yargılama iddianamede gösterilen fiil ve failler hakkında yapılır ve isnat edilen suçun oluşup oluşmadığı da iddianamedeki eylem tarihine göre değerlendirilir. CMK’nın 175. maddesine göre de iddianamenin kabulüyle kamu davası açılır ve dava açıldıktan sonra gerçekleşen olaylar hükme esas alınamaz. Somut dosyada iddianame yerine geçen son soruşturmanın açılmasına dair kararda “fiil ve fail” olarak gösterilmeyen ve üstelik kamu davası açıldıktan sonra gerçekleşen olaylar hakkında değerlendirme yapılıp karar verilmiştir.

Dava konusu olayda sanık hâkimlerin silahlı örgüt üyeliği suçu bakımından suç tarihleri yakalanma tarihleri olan 30/4/2015 ve 01/5/2015’tir. Dava tarihi (son soruşturma açılma kararı) ise 18/11/2015’tir. Her iki sanık hakkında TCK’nın 314. maddesinden mahkûmiyet kararı verilebilmesi için sanıklara isnat edilen suç tarihinden önce kurulmuş bir silahlı örgütün varlığı gerekir. Ancak, bu tarihten yaklaşık 1 yıl sonra 15/7/2016 da gerçekleşen olaylar bu davada silahlı örgüt kabulüne esas alınmıştır ve bunun kabulü hukuken mümkün değildir.[46] Suç tarihi itibarıyla mevcut bir delilin sonradan ortaya çıkması halinde bu delil hükme esas alınabilir. Fakat suç tarihinden sonra meydana gelen olaylar hükme esas alınamaz. Ayrıca, ceza yargılamasının amacı en kısa zamanda ve mümkünse ilk oturumda yargılamanın bitirilmesidir. Somut dosyada ilk oturumda hüküm verilseydi 15/7/2016 tarihli eylemler nasıl ki hükme esas alınamayacak idiyse, yargılamanın uzamasının bir sonucu olarak da hükme esas alınması mümkün değildir. Yine sanık hâkimlerin 15/7/2016 itibariyle bir yıldır tutuklu oldukları da düşünüldüğünde bu tarihte hiyerarşik yapıya dahil oldukları da söylenemez.

15/7/2016 tarihinde gerçekleşen olayların örgüt kararı doğrultusunda gerçekleştirildiği ve silahlı örgüt kabulüne esas alınacak nitelikte matuf eylem olduğu düşünülüyorsa; bu eylemlere ilişkin davaların “bekletici mesele” yapılması veya “birleştirmesi” gerekirdi. Çünkü bu eylemlerle ilgili yargılamalar devam ederken nisbi yargılama yapılarak dahi bu eylemlerin bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiğine karar verilemez. Bu nedenle, gerek 16. Ceza Dairesi ve gerekse CGK, bu kararları ile son soruşturma kararında anlatılmayan fiiller bakımından usulsüz bir nitelendirme yapmışlardır.

15/7/2016 tarihli eylemler FETÖ/PDY’nin silahlı örgüt olarak kabulüne esas alınacaksa, bu kabul ancak bu tarihte gerçekleşen matuf eylem yargılamalarında değerlendirilebilir. Somut dosyada bu kararların kesinleşmesi beklenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirdi.

6. Yasal ve Resmi Silahlar Örgüt Silahı Olarak Kabul Edilmiştir

FETÖ/PDY adlı yapının 15/7/2016 tarihinden önce “silahlı” vasfını kazandığının kabulü; bu yapıya mensup ve yasal silah bulunduran kişilerdeki resmi ve şahsi silahların örgüt silahı kabul edilmesi ve bu silahların örgütsel faaliyette kullanılacağıı varsayımına dayanır.[47] Zira örgüt mensuplarına ait şahsi silahlar, örgütün nihai amacı doğrultusunda ve örgütsel eylemlerde kullanılmadığı sürece “örgüt silahı” veya “örgütün tasarrufunda bulunan silah” olarak kabul edilemez. Ayrıca, örgüt faaliyeti çerçevesinde kullanılmayan şahsi silahlar bir örgüte “silahlı” vasfı da vermez.[48]

Her iki kararda da bu nevi silahların kullanıldığı ilk tarih 15/7/2016 kabul edilmiştir ve bu nedenle, bu yapının silahlanma tarihi olarak 15/7/2016 esas alınabilir. Bu tarihten önce bu silahlar “örgüt silahı” olarak vasıflandırılamayacağı gibi bu yapı da silahlı olarak nitelendirilemez.

Örgütsel faaliyetlerde kullanılmayan resmi veya şahsi silahların “örgüt silahı” olarak kabulü; mensupları içinde polis, asker, bekçi, güvenlik görevlisi ve muhtar gibi yasal silah taşıma yetkisine sahip olan kişilerin bulunduğu bir siyasi parti, dernek ve cemaat gibi legal tüm yapılanmaların matuf eylem olmadan, basit bir varsayımla silahlı örgüt olarak kabul edilmeleri sonucunu doğurur.

7.       Yargılama Yetkisi Olmayan Konularda Değerlendirme Yapılmıştır

16 Ceza Dairesi ve CGK’nın, bu yapının somut dosyada dava konusu edilmeyen Emniyet ve TSK yapılanması hakkında bir değerlendirme yapma yetkisi de yoktur. Zira yargılama sadece iddianamede gösterilen fiil ve fail hakkında yapılabilir (CMK md. 225). Silahlı örgüt kabulünü yapacak mahkemenin de özellikle örgütün silahlı vasfını ve elverişliliğini tespit edecek nitelikteki fiil ve fail/ler hakkında yargılama yetkisi bulunmalıdır. Oysaki somut dosyada sanıkların cebir, şiddet ve silah kullandıklarına dair hiç bir iddia yoktur ve bu yapının cebir şiddet ve silah unsurunun emniyet ve TSK yapılanmasından kaynaklandığı kabul edilmiştir.[49]

FETÖ/PDY nin Emniyet ve TSK'da yapılandığını ve zorunlu olan cebir şiddet ve silah unsurlarının asker ve polisin doğasında var olan cebir, şiddet ve silah kullanma yetkisinden kaynaklandığını kabul etmek bir an için doğru bir yaklaşım kabul edilse dahi; bu yargılamadaki sanıklar arasında asker veya polis bulunmadığı gibi CGK’nın karar tarihi itibarı ile bu yapının mensubu olduğu kabul edilen ve hakkında silahlı örgüt üyeliğinden kesinleşmiş mahkûmiyeti olan emniyet veya TSK mensubu da yoktur.

Yine, somut dosyada bu yapıya mensup olduğu iddia edilen ve silah kullanma yetkisine sahip kaç tane asker veya polis bulunduğu, bunların tasarrufunda ne kadar silah olduğuna dair hükme esas alınacak hiçbir veri de bulunmamaktadır.

16 Ceza Dairesine göre bu yapının silahlı kuvvetler içinde bulunan unsurlarının nitelik ve niceliği 15/7/2016 tarihinde ortaya çıkmıştır. Bu durumda kararda geçen “silahlı kuvvetlerdeki unsurlarının elverişliliği” ve “tasarrufta bulunulan araç, gereç ve ağır harp silahlarının elverişliliği” gibi hususlar ancak 15 Temmuz tarihinde gerçekleşen olaylara ilişkin yargılamalardaki “silahlı örgüt” kabulünde dikkate alınabilir.

8. Soyut Varsayımlar ile Yürütme Kurumunun Açıklama ve Raporları Esas Alınmıştır

15/7/2016 tarihli olayların hükme esas alınmaması halinde; “cebir ve şiddet kullanma ihtimali”, “silah kullanma ihtimali”, “cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuk” ve “silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması” gibi olasılıklar ve varsayımlarla silahlı örgüt kabulü yapıldığı; yürütmeye bağlı kurumlardan gelen raporların (Emniyet Genel Müdürlüğü raporu), devam eden idari soruşturmaların (operasyonlar, sansasyonel olaylar), hazırlık aşamasında olan veya kesinleşmeyen yargılamaların (7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar, 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiseleri), kaynağı gösterilmeyen iddiaların ve yürütme organı tarafından yapılan açıklamaların (MGK, hükümet yetkilileri) hükme esas alındığı sonucu çıkacaktır.[50]

Ancak, böyle bir kabul hem yasanın açık düzenlemesine hem de yerleşik içtihatlara aykırıdır. Zira silahlı örgüt kabulünde; örgütün amaç suçu, dolayısıyla TCK'nın 302, 309, 311, 312. maddelerindeki suçlardan birini işlemek üzere bir araya gelindiği, en az üç kişiden oluştuğu, hiyerarşik yapısı, elverişli olduğu, temadi ettiği, cebir ve şiddet kullandığı, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini uyguladığı, suç işlediği, silahlı olduğu, vahim eylemi, matuf suçu kısaca tüm unsurları tamamlanmış bir yapılanma olduğunun tespiti gerekir. Matuf eylemler de tüm bu unsurları bünyesinde barındıran eylemdir.

Gerek 16 Ceza Dairesi ve gerekse CGK kararında “somut dosyadaki suç tarihi itibarıyla” bu unsurların varlığı ortaya konulamamıştır.[51] Bu nedenle, özellikle nihai amaç, elverişlilik, cebir şiddet ve silah unsurları bakımından 15/7/2016 tarihli vahim eylemler hükme esas alınmak zorunda kalınmıştır. Bu zorunluluğun sonucu olarak da suç tarihinden sonra meydana gelen ve somut dosyada yargılama konusu olmayan eylemler silahlı örgüt kabulüne gerekçe yapılmıştır.[52]

9.  Silahlı Örgüt Kabulünde FETÖ/PDY’nin Amaç Suçu Gösterilmemiştir

Matuf eylemden mahkûmiyet hükmü verilmeden silahlı örgüt kabulü yapıldığı için her iki kararda FETÖ/PDY’nin amaç suçu gösterilememiştir. Oysaki silahlı örgütlerde ilk tespit edilmesi gereken husus amaç suçtur.

Nihai amaç ve amaç suç pratikte aynı anlamda kullanılsa da farklı kavramlardır. Nihai amaç, silahlı örgütlerin ortadan kaldırmayı veya değiştirmeyi gaye edindikleri değerleri ifade eder. Amaç suç ise nihai amacın Türk ceza mevzuatında suç olarak kaşılığı olan yasa maddesidir. Örneğin, anayasal düzeni değiştirerek dini esaslara dayalı bir devlet sistemi getirmek şeklindeki nihai amacın amaç suç olarak karşılığı TCK’nın 309. maddesidir.

TMK’nın 1. maddesinde silahlı ve silahsız tüm terör örgütlerinin genel nihai amaçları gösterilmiş olup maddeyle belirlenen hukuki değerleri koruyan her suç TMK’nın 7. maddesindeki terör örgütünün amaç suçu olabilir. TCK’nın 314. maddesi kapsamındaki bir silahlı örgütün amaç suçu ise mutlaka TCK 302, 309, 311 ve 312. maddelerinden biri olmalıdır.

Silahlı örgütlerde amaç suçlar tahdidi olarak sayılmıştır ve bu tipikliğin en önemli unsurudur. Silahlı örgüt kabullerinde de örgütün amaç suçu net bir şekilde belirlenmelidir. Zira amaç suç aynı zamanda vahim/matuf eylem gerçekleştiren örgüt mensuplarının suç vasfını gösterir.

16. Ceza Dairesi ve CGK kararında FETÖ/PDY adlı yapılanma silahlı örgüt kabul edilmiş, bilinen terör örgütlerinin aksine bu yapının “nihai amacını gizlediği” belirtilmiş, ancak amaç suçun ne olduğuna yer verilmemiştir.[53] Örgütün nihai amacı gerek 16. Ceza Dairesi[54] ve gerekse de CGK kararında[55] “Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm Anayasal kurumlarını (Yasama, Yürütme ve Yargı erklerini) ele geçirmek” ve “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak” şeklinde belirtilmiştir.

10.    Silahlı Örgütlerin Amaç Suçları Arasında “Yargı Erkini” Koruyan Bir Madde Yoktur

Kararlarda FETÖ/PDY’nin nihai amacına “yargı erki” de ilave edilmiştir. Oysaki TCK’nın 302 ila 316. maddeleri arasında belirtilen nihai amaçlar arasında yargı erkini koruyan bir amaç suç yoktur. Amaç suçlar tahdididir ve kıyas, yorum ya da benzeri bir yolla genişletilemez.

11.     “Terör Örgütü” ile “Silahlı Örgütün” Nihai Amaçları Karıştırılmıştır

Kararlarda, FETÖ/PDY’nin nihai amaçları arasında TMK’nın 1. maddesinde belirtilen ve terörün genel amaçları olan “temel hak ve hürriyetleri yok etmek”, “kamu düzenini bozmak” gösterilmiştir. Oysaki silahlı örgütlerin nihai amaçları TCK’nın 302 ve devamı maddelerindeki suçlardan biriyle korunan hukuki değer olmak zorundadır. Silahlı örgütlerin amaç suçlarını düzenleyen TCK’nın 302 ila 316. maddeleri arasında “temel hak ve hürriyetleri yok etmek” ve “kamu düzenini bozmak” şeklinde bir suç düzenlemesi yoktur.

CGK kararında hatalı olarak silahlı örgütlerin nihai amaçları TMK’nın 1. maddesi olarak gösterilmiştir.[56] Ancak, TMK’nın 1. maddesi silahlı-silahsız tüm terör örgütlerinin (pratikte silahsız terör örgütlerinin) nihai amaçlarını gösterir. Silahlı örgütler de ise nihai amaç ve amaç suçlar TCK’da düzenlenmiştir.

12.     “Amaç Suç” ile “Matuf Suç” Kavramları Karıştırılmıştır

Söz konusu kararlarda hatalı olarak silahlı örgütün amaç suçu, matuf suç işlemek olarak belirtilmiş ve bunun sonucu olarak da elverişli silahın amaca matuf eyleme göre belirleneceği kabul edilmiştir.[57] Oysaki silahlı örgütlerde amaç suç matuf suçun tamamlanmış halidir. Silahlı örgütler tamamlanmış amaç suçu işleyebilmek için belirsiz ve çok sayıda matuf eylem gerçekleştirme (matuf suç işleyen) hususunda anlaşan yapılanmalardır.[58] Bu nedenle, silahlı örgütte elverişli silah matuf suça göre değil amaç suça göre belirlenir.

13.    Amaç Suç Netleştirilmemiştir

16 Ceza Dairesi ve CGK kararı gereğince FETÖ/PDY’nin amaç suçu TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerinin hepsini içine alacak şekildedir. Yani söz konusu yapının hem bölücü hem de yıkıcı bir örgüt olduğu kabul edilmiştir. Ancak, amaç suçun bu dört maddeyi kapsadığı net olarak açıklanmamıştır. Eğer bu örgütün amacı TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerdeki suçların tamamı ise “fikri içtima” gereği amaç suç olarak hangisinin kabul edildiğinin kararlarda açıkça gösterilmesi gerekirdi.

Silahlı örgütlerde amaç suçlar TCK’da sınırlı olarak sayılmıştır. Amaç suç “tipikliğin” en önemli unsurudur ve örgüt kabul kararlarında açıkça gösterilmelidir. Zira matuf eylem sanığı olan örgüt mensupları hakkında TCK’nın 302 ila 312. maddelerinden hangisinin uygulanacağı silahlı örgüt kabul kararlarıyla ortaya konur. Örgütün amaç suçu, örgütün niteliğini ve aynı zamanda matuf eylem sanıklarının suç vasfını belirler. Bu nedenle, örgüt kabul kararlarında bu faillerin suç vasfı da gösterilmelidir.

Silahlı örgüt kabulüne ilişkin kararların diğer mahkemeler için emsal teşkil etmesi açısından silahlı örgütün ve matuf eylem sanıklarının suç vasfı (TCK 302 mi, 312 mi, 309 mu) ve örgütün türü (bölücü-yıkıcı) gerekçede açıklanmalıdır.

Daha önce belirtildiği üzere, matuf eylemden mahkûmiyet olmadığı sürece silahlı örgütün amaç suçu netlik kazanmaz. Zira örgütün amaç suçu ve mensuplarının suç vasfı matuf suçtan verilecek mahkûmiyetle belirlenir. Ancak, 16. Ceza Dairesinin silahlı örgüt kabulünde matuf suçtan mahkûmiyet kararı bulunmadığından amaç suç da belli değildir ve bu sebeple her iki karar da eksik bir örgüt kabul kararıdır.

Ayrıca, somut dosyadaki son soruşturma açılması kararında bu yapının nihai amacının hükümeti ortadan kaldırmak olduğu belirtilmiş ve sanıklar hakkında amaç suç olarak TCK’nın 312. maddesinden dava açılmış, ancak yargılama neticesinde her iki sanık hakkında bu suçtan beraat kararı verilmiştir. Ancak, her iki kararda da FETÖ/PDY’nin nihai amacı yalnızca hükümeti ortadan kaldırmak olarak sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle, sanıkların eylemleri matuf olarak kabul edilip mahkûmiyet kararı verilmiş olsa dahi amaç suç olarak TCK’nın hangi maddesinden (TCK 312 mi? TCK 309 mu?) cezalandırılacakları belli değildir.

Söz konusu kararlarda amaç suç gösterilmeden silahlı örgüt kabulü yapıldığı için yerel mahkemelerdeki FETÖ/PDY yargılamalarında örgütün amaç suçu da farklı farklı gösterilmiştir. Zira bazı iddianamelerde amaç suç olarak TCK’nın 312.  maddesi (hükümete karşı suç) gösterilirken, bazılarında 309. madde (anayasal düzeni değiştirmek) gösterilmiştir.

Kısaca, kararlarda “terör örgütü” ve “silahlı örgüt”lerin nihai amaçları ile “nihai amaç” ve “amaç suç” kavramları karıştırılıp aralarındaki ayrım yapılamdan silahlı örgüt kabulü yapıldığından, bu yapının amaç suçu da gösterilememiştir.[59]

14.    Silahlı Örgüt Kabulünde FETÖ/PDY’nin Kuruluş Tarihi Belli Değildir

Her örgütün bir kuruluş tarihi vardır. Bu tarih, elverişlilik unsurunun oluştuğu, yani somut tehlikenin gerçekleştiği tarihtir. Uygulamada silahlı örgütler için bu tarih ilk matuf eylem tarihi kabul edilir. Silahlı örgüt kabullerinde örgütün kuruluş tarihinin de belirlenmesi gerekir. Zira örgüt mensuplarının hukuki durumu da bu tarih esas alınarak belirlenir. Örgütün henüz kurulmadığı bir aşamada bu yapıya mensup olmak TCK’nın 314. maddesindeki sorumluluğu doğurmaz. Silahlı örgüt kurma suçu ani suç olup elverişlilik unsurunun (matuf eylem) gerçekleştiği anda tamamlanmış ve silahlı örgüt de bu tarihte kurulmuş olur.

16. Ceza Dairesindeki yargılamada matuf eylemden mahkûmiyet verilmediği için örgütün kuruluş tarihi de doğal olarak gösterilememiştir. Daire, bir örgütün ne zaman kurulduğunun yargı makamlarınca belirleneceğini belirtmesine rağmen[60] FETÖ/PDY’nin ne zaman kurulduğunu gösterememiştir.

Gerek 16 Ceza Dairesi ve gerekse de CGK, silahlı örgüt kabulünde 15 Temmuz tarihli matuf eylemlere dayanıp dayanmadıklarını kararlarında net olarak açıklamayıp sık sık bu eylemlere atıf yaptıkları için[61] FETÖ/PDY’nin kuruluş tarihi ile ilgili iki ihtimal öne çıkmaktadır;

FETÖ/PDY’nin silahlı örgüt kabulünde 15/7/2016 tarihli olaylar esas alınıyorsa, silahlı örgüt bu tarihte kurulmuş demektir. Bu tarihten önce ortada bir silahlı örgüt bulunmadığından bunun mensubu olmak da zaten mümkün değildir. Bu durumda 15/7/2016’dan önce bu yapı içinde bulundukları iddia edilen somut dosyadaki sanıklar hakkında TCK’nın 314. maddesindeki yazılı suç oluşmaz.

FETÖ/PDY’nin silahlı örgüt kabulü için 15/7/2016 tarihli olaylar esas alınmadığı ve bu tarihten önce FETÖ/PDY’nin silahlı örgüte dönüştüğü kabul ediliyor ise bu durumda elverişlilik unsurunun ne zaman oluştuğu ve nasıl tespit edildiği kararlarda açıkça gösterilmelidir. Zira örgütün kuruluş tarihi somut tehlike ile tespit edilebilir. Ancak, kararlarda bu hususlar da gösterilememiştir.

Bir silahlı örgütün kurulma süreci uzun zaman gerektirir. Yeterli üye, silah, araç ve gereç temini ve teşkilat yapısının tamamlanması gibi çalışmaların neticelenmesi, yani elverişlilik unsurunun gerçekleşmesi gerekir. Yapının, amaç suç için elverişli hale gelmesine kadar ki dönemde nihai amaç ve elverişli vasıta konusunda anlaşan failler, şartları varsa TCK’nın 316. maddesinden sorumlu tutulabilirler. 

Kararda örgütün kuruluş tarihi net olarak belirtilmediğinden, geriye dönük olarak hangi tarihe kadar bu yapı içinde bulunan kişilerin sorumlu tutulup cezalandırılacağı da belli değildir. 16. Ceza Dairesinin örgütün temellerinin 1966’da atıldığını ve kurucusu hakkında terör örgütü kurmak suçundan dolayı açılan başka bir davanın beraat ile sonuçlandığını belirtmesi karşısında,[62] bu yapının hangi tarihten itibaren silahlı örgüte dönüştüğünün kararda net olarak açıklanması gerekirdi.[63] Bu husus açıklanmadığı için bu yapı mensupları hakkında 20-30 yıl öncesine ait faaliyetlerden dolayı TCK’nın 314. maddesi gereğince davalar açılmış ve mahkûmiyet kararları verilmiştir. Oysaki bu davalarda mahkûmiyet kararı verilebilmesi için bu yapının 20-30 sene öncesinde illegal bir yapıya dönüşerek silahlı örgüt vasfını kazandığının açık ve net olarak gösterilmesi gerekirdi. Aksi durumda benzer mahiyette olan yüzlerce dernek, cemaat gibi yapılar içinde bulunan ve benzer faaliyetleri hayır amaçlı olarak yürüten insanların yıllar sonra kendi dışında gerçekleşen olaylar nedeniyle sadece bu yapı içinde bulundukları için silahlı örgüt üyesi olarak yargılanabilirler. Hukuk devletinin en önemli özelliklerinden biri vatandaşları bakımından hukukun öngörülebilir olmasıdır. Bir yapının ne zaman legal alandan illegal alana dönüştüğü yargısal içtihatlarla açık ve net olarak ortaya konulmalıdır.

 

 



[1]          TBMM Zabıt Ceridesi, Cilt:23, 64. İçtima, 01/3/1926.

[2]          Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/12/2009 T., 2009/9-93 E., 2009/308 K. sayılı kararı.

[3]          “…TCK. Nun 125 nci maddesi "amaç suça yönelik matuf fiil” işlenmesi halinde suçun tamamlanmış cezasıyla cezalandırılacağı anlaşılmakla suçu belirleyen ceza normu genel kuraldan ayrılmakta ve bu suça kalkışma olanaklı bulunmamaktadır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/02/1992 T., 1991/9-364 E., 1992/23 K. sayılı kararı

[4]          “…TCK’nın ikinci kitap birinci bapında "Devletin Şahsiyetine Karşı Cürümler" başlığı altında yer alan 125. maddesi son cümlesinde “Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını Devletin idaresinden ayırmaya "matuf" bir fiil işleyen kimse ölüm cezası ile cezalandırılır" hükmü yer almaktadır. Kanunun tümü incelendiğinde, yukarıdaki amaca yönelik, yani bağımsız bir Kürdistan kurulmasına "matuf olarak işlenen fiili" cezalandıran yegane hükmün bu cümle olduğu aşikardır. Kuşkusuz buradaki matuf eylemi de mahiyetleri farklı olmakla beraber TCK’nın 146'ncı maddesi 1’inci fıkrasında yer alan teşebbüs ile bir bakıma aynı tutmak gerekir.”  Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 18/02/1988 T., 1988/7 E., 1988/15 K. sayılı kararı; “…Maddede, neticesi hareketten ayrı bir suç tipi tanımlanması, özelliğin, salt ceza uygulaması yönünden "tamamlanmış suç", "teşebbüs aşamasında kalmış suç" ayrımını ortadan kaldırmakla sınırlı bulunması nedeniyle, bir fiilin anılan madde uyarınca cezalandırılabilmesi için o fiilin "icra hareketi" niteliğinde bulunması zorunludur. Diğer bir deyişle maddedeki "teşebbüs eden" sözcüğü icra hareketine başlanması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Bu açıdan da fiilin elverişli vasıtalarla icrasına başlanmış olması aranır. Bir fiilin 146. madde yönünden icra hareketi niteliğinde olup olmadığı hususu ise olayın akışına göre değerlendirilir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07/7/1998 T., 1998/9-187 E., 1998/272 K. sayılı kararı.

[5]          “…Bu suç bir tehlike suçu olup yukarıda açıklanan belli amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli fiilin işlenmiş olması halinde suç oluşur. …yasada belirtilen "ağır zarar sonucu" yaratabilecek nitelik ve nicelikteki icra hareketlerine başlandığında fiilin tamamlanmış hali için öngörülen icra hareketlerine de uygulanır. (Manzini, Trattatodi Diritto Panele, Torino 1926, IV. S. 15.aktaran Çetin Özek Anayasa ihlal suçunda "hazırlık hareketleri icra hareketi" Yargıtay Dergisi C.16 sayı 1990-1-2 s.103) ancak eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun ve elverişli olması ve elverişli araçlarla icra hareketlerine başlanmış bulunması başka bir deyişle amaçlanan sonucu doğurabilecek icra hareketi olarak belirginleşmesi gerekir. Eylemin sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve genel bir belirleme dışında eylemin işlenme şekli zamanı ve diğer somut özellikleriyle birlikte değerlendirilmek suretiyle yapılması gereklidir. Eylemin elverişli araçlarla icra hareketlerinde bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde; sanığın örgütsel bağlılığı, ülke genelindeki organik bütünlüğü toplumdaki etkinliği, göz önüne alınmalı ve suç niteliğinin belirlenmesinde değerlendirilmelidir. Bu itibarla “amaç suç niteliğinde bulunan TCK.nun 125. maddesindeki suçu işlemek amacı doğrultusunda olmakla beraber bu sonuca ulaşma tehlikesi doğurmayan yetersiz ve önemsiz eylemler maddedeki suçu oluşturamazlar.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/02/1992 T., 1991/9-364 E., 1992/23 K. sayılı kararı.

[6]          “…TCK.nun 146/1. maddesinde yer alan ve bir amaç, bir tehlike suçu niteliğinde bulunan anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçundan, suçun tehlike suçu oluşunun doğal sonucu olarak ancak amaçlanan neticenin gerçekleşebilme tehlikesini doğurabilecek eylemlerin teşebbüs kabulü mümkündür. Bu nedenle eylemin kasdedilen neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli olması ve elverişli vasıtalarla zorlayıcı eyleme girişilmiş bulunulması, diğer bir deyişle eylemin maddede öngörülen neticeyi doğurabileceğine objektif olarak ihtimal verilen icrai hareket olarak belirmesi gereklidir. Eylemin elverişli olup olmadığı ise genel ve soyut bir belirleme dışında işlenme şekli, zamanı, vehameti, toplumdaki etkinliği ve diğer bütün özellikleri ile birlikte değerlendirilerek saptanmak gerekir.” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 23/6/1995 T., 1995/2846 E., 4383 K. sayılı kararı.

[7]          “…Bu suç bir tehlike suçu olup yukarıda açıklanan belli amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli fiilin işlenmiş olması halinde oluşur. …eylemin amaca yönelik sonucu elde etmeye uygun, elverişli olması ve elverişli araçlarla icara haareketleri olarak belirginleşmesi gerekir. Eylemle sonucu elde etmeye elverişli olup olmadığının soyut ve genel belirleme dışında, işlenme şekli, zamanı ve diğer somut özellikleriyle birlikte değerlendirilmek suretiyle saptanması gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/10/1992 T., 1992/9-258 E.,  1992/281 K. sayılı kararı.

[8]          “…Yine bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş bir çete veya örgütün varlığı da zorunlu değildir. Maddede "teşebbüs edenler" deyiminin kullanılmış olması, suçun işlenmesi bakımından şahıs itibariyle ayrım yapılmadığını, korunan değeri zorla ihlâl eden bir kimsenin konumuna bakılmaksızın bu suçun faili olabileceğini ortaya koymaktadır.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07/7/1998 T., 1998/9-187 E.,  1998/272 K. sayılı kararı.

[9]          Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/10/1990 T., 1990/9-193 E., 251 K. sayılı; 10/02/1992 T., 1991/9-364 E., 1992/23 K. sayılı; 19/10/1992 T., 1992/9-258 E., 281 K. Sayılı; 17/6/1997 T., 1997/9-114 E., 159 K. sayılı kararları ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24/11/1997 T., 1997/2965 E., 5690 K. sayılı kararı.

[10]         İslami Hareket Süreci olarak adlandırılan örgütün ilk vahim eylemi Jak Kamhi suikastıdır. Sübut konusunda ihtilaf bulunmamakla (yerel mahkeme, 9. Ceza Dairesi ve CGK bu eylemin bu örgüt tarafından gerçekleştirildiğini kabul etmiştir) birlikte örgütün vasfına ilişkin olarak uyuşmazlık oluşmuştur.

Yerel mahkeme bu eylemin matuf olmadığını kabul etmiş, dolayısıyla bu örgütü ETCK’nın 168. maddesi kapsamında silahlı çete olarak değil TMK’nın 7/1. maddesi kapsamında silahsız terör örgütü olarak vasıflandırarak sanıkları kasten öldürmeye teşebbüs ve silahsız terör örgütü üyeliğinden mahkûm etmiştir. Ancak, Yargıtay 9. Ceza Dairesi eylemin matuf olduğu gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Yerel mahkeme; "Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçunun oluşması için, kastedilen neticenin gerçekleşebilme tehlikesini doğuran eylemlerin bulunması gerekir. Eylem, kastedilen neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli olmalı, Anayasal düzeni değiştirme sonucu doğurabilecek icrai bir hareket olmalıdır. Olayda, bu amaca ulaşması için her hangi bir eylemi görülmeyen organik bir örgüt bağı saptanamayan örgütün, bu amaca ulaşması mümkün görülememiştir. Bu grubun başkaca bir olayı belirlenememiştir. Sanıkların mensubu olduğu İslami Hareket süreci olarak adlandırılan örgütün organik yapısı, çalışma biçimi hakkında yeterli ve kesin deliller elde edilememiş örgüt de belirtildiği gibi T.C.K. nun 146/1.maddesindeki suçun teşebbüsüne olanak verecek yapıda değildir" şeklindeki gerekçesi ile örgütün nihai amaca elverişli olmaması nedeniyle eylemin matuf kabul edilemeyeceğini belirterek direnmiştir.

CGK, yakalanamayanlarla birlikte tüm örgüt mensuplarının niteliği, ele geçen silahların özelliği gibi hususları değerlendirerek direnme kararını bozmuş ve eylemi “matuf”, örgüt ise “silahlı çete” olarak vasıflandırdığı değerlendirdiği kararında şöyle demiştir: “Sanıklar yakalanamayan arkadaşları ile birlikte bir örgüt oluşturmuşlar ve komşu bir ülkedeki örgütle bağlantı kurduktan sonra oraya giderek teorik ve silahlı eğitim görmüşlerdir. … Sanıkların olayda kullandıkları otomobilde yapılan aramada bir el telsizi, dört el bombası, bir lav silahı, iki adet kaleşhnikov, iki adet 14 lü Browning, bir adet uzi marka otomatik silahlarla şarjörler ve fişekler bulunmuştur. … Bir tehlike suçu niteliğinde olan Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs suçunda, suçun niteliğinin doğal sonucu olarak ancak amaçlanan sonucun gerçekleşebilme tehlikesini doğurabilecek eylemlerin teşebbüs olarak kabulü mümkündür. Bu nedenle eylemin amaçlanan neticeyi elde etmeye uygun ve elverişli olması, elverişli vasıtalarla zorlayıcı eylemlere girişilmesi gerekir. Belirli bir plan içersinde uygulamaya konulan, sistemli ve örgütlü bir bağlantı içinde organik bütünlük arz eden eylemler, tehlike suçunun oluşması için yeterlidir. Eylemin işlenme şekli, zamanı, vehameti, etkisi birlikte değerlendirilmelidir. … Bu itibarla sanıkların Anayasal düzeni yıkıp yerine teokratik düzene dayalı bir devlet  kurmak amacıyla giriştikleri silahlı şiddet hareketleri, düzeni zorlayıcı ve çökertici girişimleriyle sarsıp yıkacakları  Anayasal düzenin yerine kendi istedikleri düzeni kurmayı sağlayıcı hareketlerdir. T.C.Y.nın 146/1. maddesinin uygulanması için, silahlı güçlerin tüm Anayasal kuruluşlara yönelik toplu bir harekette bulunmaları şart değildir. Sanıkların dahil olduğu Yasa  dışı örgütün, kendi iktidarlarının gerçekleşmesi için yaptıkları ve var olan düzeni zorlayıcı bu silahlı eylemleri cebre dayalı icrai hareket niteliğinde olduğundan, maddede yazılı suçun yasal unsurları oluşmuştur.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun  02/4/1996 T., 1996/9-59 E., 1996/70 K. sayılı kararı “…125’inci maddede ifadesini bulan amaç fiilin kanunun yaptığı göndermeler ile aynı bapın 4’üncü faslında yer alan TCK’nın 168’inci maddesinde ifadesini bulan "gizli ittifak" tarafından işlenebileceğini göstermektedir. Bir gizli ittifakın silahlı cemiyet haline gelmesi her aşamada mümkün...” Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 18/02/1988 T.,1988/7 E., 1988/15 K. sayılı kararı.

[11]         “…Belirli bir plan içerisinde uygulamaya konulan, sistemli ve örgütlü bir bağlantı içinde organik bütünlük arzeden eylemler, tehlike suçunun oluşması için yeterlidir. Bu kanıtlar birlikte değerlendirildiğinde, yasadışı DHKP/C Dev-Sol silahlı çete üyesi olan sanıkların Anayasal düzeni yıkıp yerine Marksist-Leninist esaslara dayalı bir devlet kurmak amacıyla giriştikleri şiddet hareketleri, sanıkların örgütsel bağlılığı, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü, toplumdaki etkinliği ve vehameti birlikte değerlendirildiğinde olayın basit bir gasp eylemi olarak değerlendirilemeyeceği, sanıkların eylemlerinin örgütsel bütünlük içinde örgördükleri amaca ulaşma tehlikesi doğuran ve vehamet arzeden nitelikte olduğu anlaşılmakla …” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, 23/11/1999 T., 1999/9-274 E., 1999/284 K. sayılı kararı.

[12]         “… Sanığın devletin egemenliğini ve bağımsızlığını zedeleyici ve etkin eylemin hareket niteliğindeki sübutu dosya kapsamında mevcut olup, yekdiğerini teyit eden ve tamamlayan bilgi, belge ve anlatımlarla kanıtlanan tüm örgütsel faaliyetlerinin TCK.nun 125. maddesinde öngörülen suçu oluşturduğu gözetilmeden…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  08/11/1999 T., 1999/1615 E., 1999/3474 K. sayılı kararı;                                                                                                     

 “…Mensubu bulundukları silahlı çetenin amacı doğrultusunda çeşitli binalara tahrip gücü yüksek, zaman ayarlı patlayıcı madde atmak şeklindeki çok sayıda vahim olaya katıldığı kabul edilen sanıklar …'ın eylemlerinin kül halinde TCK. nun 125. maddesindeki suçu oluşturduğu gözetilmeden…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  30/10/1995 T., 1995/4200 E., 1995/5408 K. sayılı kararı;

“…Sanıkların üç ayrı yere gerçekleştirdikleri bombalama eylemlerinin örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğü, bomba bırakılan yerler ve bunların niteliğine göre vahamet arz etmesi nedeniyle TCK.nun 125. maddesinde öngörülen suçu oluşturduğu gözetilmeden…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  09/02/2000 T., 1999/1596 E., 2000/82 K. sayılı kararı;

“…Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların üyesi bulunduğu silahlı terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını cebir ve şiddet kullanarak değiştirme amacını taşıdığı ve buna yönelik vahamet arz eden çok sayıda olayı gerçekleştirdiği, örgütün yapısı ve ülke genelindeki organik bütünlüğü ile gerçekleştirdiği yaygın şiddet eylemleri de dikkate alındığında, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin amaçlanan neticeyi gerçekleştirme tehlikesi yaratmaya uygun ve elverişli nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde suçun vasfı (TCK 146) tayin edilmiş.” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  15/3/2011 T., 2011/1056 E., 2011/1676 K. sayılı kararı.

“..Sanığın, mensubu bulunduğu örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasasını zorla değiştirip, yerine Marksist-Leninist ilkeye dayalı bir sistem getirmek şeklindeki amacına yönelik olarak gerçekleştirilen ve vahamet arz edici nitelikte bulunan İstanbul'da S.. Firmasının mutemedinden silahlı para gasbı eylemine katıldığı sabit olduğuna göre, eylemin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğü itibariyle 765 sayılı TCK.nun 146/1. maddesinde yazılı suçu oluşturduğu, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde örgüt üyeliği suçundan zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırma ve gasp eyleminden mahkumiyet kararı verilmesi…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  23/11/2006 T., 2006/5705 E., 2006/6528 K. sayılı kararı.

[13]         “…Gizli ittifaka dahil olanlar gizli ittifakın hududu içinde kaldıkça (T.C.K. nun 171/1 inci madde ile) aynı derecede mes'ul iseler de bunlardan gizli ittifak hududunu aşarak ihtilâle fiilen iştirak etmiş olup 146 ncı maddedeki suçu işlemiş bulunanlar fiil ve hareketlerinin suça müessiriyet derecesine nazaran yani suça asli veya fer’i fail durumunda bulunmalarına göre mes'ul tutulmaları Ceza Kanunumuzun iştirake ait hükümlere kabul ettiği cezai mes'uliyet sistemine de uygun bulunması itibariyle her bir sanığın suçtaki durumunu bu görüş tahtında tetkikine oybirliği ile karar verildi.”  Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun. 24/011/1964 T., 1964/12 E., 1964/1 K. sayılı kararı.

[14]         Bu konuda en bariz örnek Madımak olayıdır. Zira Madımak Oteli’nin yakılması suretiyle 35 kişinin yangın sonucu, 2 kişinin de silahla yaralanma sonucu ölmesi ve ayrıca çok sayıda kişi ile güvenlik görevlilerinin yaralanması şeklindeki eylemde; örgütsel bir yapı tespit edilememiş, ancak eylemin, belli bir strateji doğrultusunda ve bir organizasyon dahilinde gerçekleştirildiği kabul edilerek elverişli icra başlangıcı yani matuf eylem sayılmıştır. Kararda şu hususlara yer verilmiştir; “Yine bu suçun işlenmesi için önceden oluşturulmuş, silahlı olsun veya olmasın, bir örgüt veya çete bulunmasında zorunluluk olmadığı gibi olaydan önce T.C. Devletine ve dayandığı temel ilkelere aykırı açıklamaları da kapsayan bildirilerin dağıtılmış olması, olay sırasında sürekli olarak atılan sloganların başka olaylarda yasadışı örgüt elemanlarınca atılmış bulunan sloganlarla ayniyet göstermesi, bu örgütlerin el işaretlerinin yapılmış olması bu eylemlerin aynı amaç ve strateji doğrultusunda ve bir organizasyon dahilinde gerçekleştirildiğini ortaya koymaktadır.” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  04/5/2001T., 2000/3160 E., 2001/1471 K. sayılı kararı.

[15]         TCK’nın 220. maddesinin gerekçesinde; “…bu bakımdan, örneğin sadece üç kişinin bir araya gelmesi, devletin ülke bütünlüğünü bozmaya yönelik suçları işleme açısından somut bir tehlike taşımayabilir…” denilmiştir.

[16]         “…Sanığın mensubu olduğu P.K.K. örgütünün amacı "Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak bağımsız bir kürt devleti kurmak" olduğuna göre, bu amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan yukarıda açıklanan eylemlerin nitelik ve nicelikleri itibariyle ciddi ve tehlike doğurduklarının kabulü gerekmektedir. Bu nedenle sanığın eylemlerini TCK.nun 125. maddesi içinde değerlendiren mahkeme kararında isabetsizlik bulunmadığı…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  21/6/1995 T., 1995/3807 E., 1995/4314 K. sayılı kararı; “…TCK. nun l25. maddesindeki açık ifadeye göre :a) Devletin hakimiyeti altında  bulunan  topraklardan bir kısmını ayırma, b) Devletin istiklalini tenkis veya birliğini bozma, c) Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin hakimiyeti altına koyma, Bu suçun maddi unsurlarını oluşturmaktadır. Sözü edilen maddi unsurlardan birisini gerçekleştirmeye matuf bu hususta ciddi tehlike yaratacak nitelikte her fiil bu maddenin kapsamı içinde düşünülecektir. Karar yerinde de açıklandığı üzere, sanığın mensubu olduğu P.K.K. örgütünün amacı "Devletin hakimiyeti altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırarak bağımsız bir kürt devleti kurmak" olduğuna göre, bu amaca yöneldiğinde kuşku bulunmayan yukarıda açıklanan eylemlerin nitelik ve nicelikleri itibariyle ciddi tehlike doğurduğunun kabulü gerekmekte olup…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  26/02/1999 T., 1998/2927 E., 1999/1109 K. sayılı kararı; “…Sanıklar…'ın mensubu bulundukları silahlı çete niteliğindeki PKK örgütünün ülke topraklarından bir kısmını devlet hakimiyetinden ayırıp, bu bölgede bağımsız ayrı bir devlet kurmak şeklindeki amacına yönelik olarak devletin egemenliğini ve bağımsızlığını zedeleyici etkin eylemli hareket niteliğinde olup vahamet arz eden olaylara fiilen katıldıklarının sübutu kabul ve eylemin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki örgütsel bağlılık ile ülke genelindeki organik bütünlüğüne göre soruşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı (tck 125) tayin edilmiş …” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  21/10/1999 T., 1999/799 E., 1999/3417 K. sayılı kararı.

[17]         “…Yasa dışı Dev-Sol örgütünün yurdumuzda pek çok cinayetler işledikleri, soygunlar yaptıkları, kitleleri göçe zorladıkları, güvenlik güçleriyle silahlı çatışmalara girdikleri açıklık kazanmış, amaçlarının halk savaşı stratejisinin bir gereği olarak Devletin güçlü olduğu imajını yıkıp, Devlet lehine olan dengeyi bozmak ve meydana gelecek otorite boşluğundan istifade ile eylemlerini gerçekleştirip, iktidarı ele geçirmek olacağı ortaya çıkmıştır. Türkiye’yi çeşitli bölgelere ayırıp bölge sorumlularına bağlı olarak şehir, mahalle, semt sorumluları tesbit etmiş, işçi ve memur kesimleri, köy kesimleri gibi birimler oluşturmuş, bu birimlerinde sorumlularını belirlemiş ve direniş komiteleri de kurmuştur. Ana gayesinin Ulusal Halk Devriminin gerçekleştirilmesi, halkın amaçladıkları siyasi devrimi yapabilmek seviyeye ulaştırılması, işçi sınıfının önderliğinde halk iktidarının kurulması için silahlı mücadeleyi esas alarak Anayasal düzeni zorla değiştirmek olduğu anlaşılmaktadır.” Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 23/3/1983 T., 1983/70 E., 1983/73 K, sayılı kararı.

 “…Bilindiği gibi PKK örgütü, AÖ.’ın 1974 yılında AYÖD mensupları ile ihtilâfa düştükten ve dernekten uzaklaştırıldıktan sonra 1975 yılında yandaşları ile kurduğu bir örgüttür. İllegal olarak kurulan bu örgüt, 1977 yılına kadar belirli bir faaliyet gösterememiş, bu tarihten sonra atak yaparak pek çok silâhlı soygun ve adam öldürme eylemlerine girişerek, bölge halkını bezdirip sindirerek, kendini kabul ettirmiştir. Önceleri Ulusal Kurtuluş Ordusu (UKO) adıyla anılan, daha sonra da Diyarbakır’da yapılan bir toplantıda alınan karar uyarınca Kürdistan İşçi Partisi'ne dönüşen, bir süre sonra da PKK adını kullanan bu örgüte halk arasında AÖ.'a izafeten Apocular da denilmektedir. Amacı silâhlı mücadele ile Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin bir kısmım içine alan bağımsız ve Marksist bir Kürt devleti kurulmasıdır. Örgüt belirtilen amaca ulaşmak için özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu yöresinde pek çok silâhlı gasp, baskın ve öldürme eylemlerini gerçekleştirmiş, zaman zaman yaptıkları baskınlarla masum vatandaşları katletmiş, kendisine engel teşkil ettiği için yörede görev yapan subay, astsubay ve eratı pusuya düşürerek şehit etmiş, mensuplarının çoğunun yakalanıp tutuklanmasına rağmen bu kez de yurt dışında karargâhlar oluşturarak burada açtıkları kamplarda eğittikleri kişileri silâhlı olarak Türkiye'ye sokmak ve kanlı eylemlere devam etmek suretiyle yöre halkını sindirmeye çalışmışlardır…” Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 29/4/1986 T., 1986/98 E., 1986/119 K, sayılı kararı.

”…Sanığın mensup olduğu (Partiye Kalgeranı - Kürdistan İsçi Partisi-PKK Örgütü): Bu örgütün 1975 yılında AÖ ve arkadaşları tarafından kurulup, 1977 yılından sonra sık sık silahlı eylemlere giriştiği ve 1978 yılından itibaren merkezi örgütlenmeye yönelerek 1979 yılında Kürdistan İşçi Partisi adını aldığı ve genel sekreterliğine AÖ'ın getirildiği; 15 Ağustos 1984 tarihinde ise H.R.K. (Hezen Rısgariye Kürdistan-Kürdistan Kurtuluş Birliği) adı altında yeniden eylemlere başladığı ve 21 Mart 1985 tarihinde (Kürdistan Ulusal Kurtuluş Cephesi-ERNK)nin oluşturulduğu. SERXWEBUN (Diriliş) adlı bir gazeteyi yayına soktuğu, mali kaynaklarını soygun, gasp, kaçakçılıktan elde edilen paralar ile sempatizanlarından toplanan yardım ve aidatların teşkil ettiği, amacının ise Türkiye Cumhuriyeti Devletinin hakimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını silahlı mücadele vererek devlet idaresinden ayırmak suretiyle Kürdistan Devleti kurmak olup, ilk dönemde propaganda yolu ile halkı bilinçlendirmek, silahlı eylemlerle devlet otoritesini zaafa uğratmak daha sonra da gerilla birlikleri kurarak emniyet ve ordu teşkilatına, ekonomik hedeflere silahlı eylem ve sabotajlar düzenlemek ve düzenli ordu aşamasına geçerek esas amaca ulaşmak stratejisinin planlandığı belirlenmiştir.” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin  21/6/1995 T., 1995/380 E., 1995/431 K. sayılı kararı.

[18]         Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/10/2009 T., 2008/1061 E., 2009/10408 K. sayılı kararı.

[19]         Türk ceza yargılamasında, yaygın olarak uygulaması olan en son silahlı örgüt kabulü El kaide silahlı örgütüne ilişkindir. Bu örgütün Türkiye’deki ilk vahim eylemi olarak kabul edilen 2003 yılında İstanbul’da HSBC Bankasına yapılan bombalı saldırı nedeniyle El Kaide örgütü silahlı örgüt kabul edilmiştir. Bunun dışında yakın zamanda Türk Yargısında silahlı örgüt kabulüne ilişkin herkesçe bilinen ve yaygın uygulaması olan silahlı örgüt kabulü yoktur. Kamuoyunda “Balyoz” olarak bilinen davadaki yapılanma TCK’nın 314. maddesinde belirtilen “silahlı örgüt” olarak değil, 765 sayılı TCK 171 (5237 sayılı TCK m. 316) maddesinde belirtilen “gizli ittifak” olarak kabul edilmiş ve bu kabul halen kesinleşmemiştir. Yine, kamuoyunda “Ergenekon” olarak bilinen dava TCK’nın 314. maddesi kapsamında açılmış ise de silahlı örgüt kabulü kesinleşmemiştir. IŞİD olarak bilinen örgüt için ise Yargıtay 16. Ceza Dairesi 07/4/2015 T., 2015/1060 E., 2015/631K. sayılı kararı ile örgütün vasfının araştırılmasını istenmiştir.

[20]         16. Ceza Dairesi’nin bu kararında “yargı kararının kesinleşmesi ile oluşumun suç, terör ya da silahlı terör örgütü niteliğinde bulunup bulunmadığı kesin olarak tespit edilmektedir” denilmesine rağmen, Daire’nin silahlı örgüt kabulüne ilişkin bu hatalı kararı dahi kesinleşmeden yerel mahkemeler tarafından TCK’nın 314.  maddesi gereğince mahkûmiyet kararları verilmiştir.

[21]         Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararı.

[22]         TCK’nın 312 ve 314. maddelerinde belirtilen suçlar “geçitli suç” olmaları nedeniyle, iddianame yerine geçen son soruşturmanın açılmasına dair kararda sevk maddesi olarak birlikte gösterilmeleri hatalı olduğu gibi TCK’nın 314. maddesinden mahkûmiyet hükmü verildikten sonra TCK’nın 312. maddesinden beraat kararı verilmesi de hatalıdır.

[23]         Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 T., 2017/16.MD-956 E., 2017/370 K. sayılı kararı.

[24]         16. Ceza Dairesi bu kararında; “Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu kapsamında, bir oluşumun, örgüt niteliğinde bulunup bulunmadığı ve niteliğinin belirlenmesi hususunda özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Yargılama safahatında, dava ya da soruşturmaya konu oluşumun nerede, ne zaman, kimler tarafından, ne amaçla kurulduğu, ülke genelinde amaca elverişli eylem ve faaliyetlerine ilişkin bilgiler ilgili Devlet kurumlarından dosyaya getirtilmek suretiyle dosyada mevcut olay ve deliller doğrultusunda yargılama makamlarınca belirlenmekte” şeklinde açıklama yaparak bir örgütün niteliğinin belirlenmesinde yasal boşluk olduğu ve bunun yargı mercilerince yapıldığı belirtilmiştir. Daha önce açıklandığı gibi Bir örgütün vasfının belirlenmesi “hukuki tavsif” niteliğindedir ve Anayasa’nın 9. maddesine göre bu görev yargı mercilerinin yetkisindedir. Hukuki tavsifin yargısal işlem olduğunu göstermek için TCK veya TMK da özel bir düzenlemeye ihtiyaç yoktur. Bir örgütün vasfının yargı mercilerince tayin edilmesi zaten anayasal bir zorunluluktur.

[25]         “Ancak suç teşkil eden her fiilin de amaç suçu oluşturmak için yeterli/elverişli olmadığı açıktır. Fiilin bu niteliği taşıyıp taşımadığı ise her olayın özelliğine göre; fiilin niteliği, işleniş biçimi, işlenme zamanı, toplumda meydana getirdiği etki, ortaya çıkan zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı, faaliyet alanı, ülke genelindeki organik bütünlüğü gibi ölçütler değerlendirilerek takdir edilecektir. Toplumda kaos ve tedirginlik oluşturacak, devlet otoritesine olan güveni sarsacak, kamu düzenini, toplum barışını bozarak devletin ülkesi, milleti ve egemenliği bakımından somut tehlike meydana getirecek yoğunluk ve ciddiyetteki eylemlerin amaç suç yönünden elverişli olduğu kabul edilmektedir.”

[26]         “Sanıkların FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları ve örgüt liderinin talimatı doğrultusunda hukuka aykırı verdikleri kararlarla görevlerini kötüye kullandıkları anlaşılmaktır. …Sanıkların, örgütün amacı doğrultusunda hukuka aykırı biçimde karar vermek suretiyle görevde yetkiyi kötüye kullanmaktan ibaret eylemlerinin, yasanın aradığı cebir ve şiddet unsurunu içermediği gibi, eylemlerin niteliği, yasayla korunan hukuki değere yönelik meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı ve yoğunluğu, toplum üzerindeki etkisi gibi kıstaslar nazara alındığında amaç suçun gerçekleşmesi için aranan elverişlilik/vahamet özelliğini taşımadığı da değerlendirildiğinden sanıkların unsurları itibariyle oluşmayan müsnet suçtan CMK'nın 223/2-a maddesi gereğince beraatlerine karar verilmiştir.”

[27]         ÖZGENÇ, Suç Örgütü, Seçkin Yayınları, Ankara, 2017, s.106.

[28]         “Amaç suç yönünden elverişli/vahim olduğu takdirde silahlı bir örgütün veya silahlı kuvvetlere mensup unsurların Türkiye Büyük Millet Meclisini, Cumhurbaşkanlığı’nı ya da benzer kurumları kuşatması halinde silah kullansın ya da kullanmasın fiziki cebrin mevcudiyetinde tereddüt edilemez. Harpte ülkeyi korumak veya gereğinde siyasi iktidarın insiyatifiyle kamu düzenini sağlamak amacıyla verilen devlete ait silah, tank ve uçağın kanuna aykırı bir şekilde, Anayasal düzeni yıkmak amacıyla kullanılması halinde tipik eylem gerçekleşmiş olacaktır.”

[29]         “Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısıyla araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.”

[30]         “Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluğu için "amacı gerçekleştirmeye yeterli üye" nin, "hiyerarşik örgüt yapısı"nın,” “şiddete dayanan eylem programı” nın varlığını aramak gerekir.”

[31]         “Örgüt kurmak ani bir suçtur, üyelik ve yöneticilik gibi temadi etmez. Suç işlemek amacıyla örgüt kurmak somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir.

[32]         “FETÖ/PDY /PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihai amacını gerçekleştirmek için "mahrem alan" şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır.”

“Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan FETÖ/PDY /PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır.” "...cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği,.."

[33]         ÖZGENÇ, s.105.

[34]         "Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir."

“Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte;”

[35]         CGK: "...tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nun 314 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğu izahtan varestedir" demiştir.

[36]         Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/7/1994 1994/2136E., 1994/4134 K. sayılı kararı.

[37]         CGK: “15.07.2016 tarihinde örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir." "...cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği" demiştir.

[38]         16. Ceza Dairesinin kararından; “…Emniyet Genel Müdürlüğü'nün örgüt hakkındaki raporu gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında, 3713 sayılı Kanunun 1. maddesinde tanımlanan, amaca ulaşmak için silah başta olmak üzere her türlü cebir ve şiddeti araç olarak kullanan 5237 sayılı TCK'nın 314/1-2 maddesi kapsamında silahlı bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır.” “Emniyet Genel Müdürlüğünün FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili 07/09/2016 tarihli araştırma raporu ve en son güncellenmiş bilgi notu; …FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca 15-16/07/2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya ….teşebbüs girişiminde bulunduğu bildirilmiştir.”

[39]         CGK kararında; “Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatlarıyla hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir" denilmiştir.

[40]         CGK kararında; “15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip, birçok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY”

           “15.07.2016 tarihinde örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir."

           “…güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği,”

           “…anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar” denilmiştir.

           16. Ceza Dairesi kararında da; “…silah kullanmak suretiyle amaç suça elverişli öldürme, yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiğinin,” ifadesine yer verilmiştir.                                                                                                                  

[41]         16. Ceza Dairesi kararında; “…15 Temmuz darbe girişimine kadar sözde meşruiyetini toplum nezdinde dini zemini, kamu otoritesi nezdinde ise hukuki zemini istismar ederek sağlaya gelen örgütün” ve “…yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen, gizlilikten görünmez bir duvar inşa edip bu duvarın arkasına saklanan, böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak” ifadelerine yer verilmiştir.

[42]         ÖZGENÇ, s.108.

[43]         “…15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip, birçok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü”

[44]         “…FETÖ/PDY silahlı terör örgütü unsurlarınca 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen askeri darbe girişimi sonrasında”

“…demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükumet ve diğer Anayasal kurumları fesih edip iktidara gelmek olduğu, bu amacı gerçekleştirmek için polis ve jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisine haiz kurumlardaki üyeleri vasıtasıyla meşru organlara ve halka karşı silah kullanmak suretiyle amaç suça elverişli öldürme, yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiğinin, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüte mensubiyetlerinden dolayı açılıp bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün örgüt hakkındaki raporu gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında, 3713 sayılı Kanunun 1. maddesinde tanımlanan, amaca ulaşmak için silah başta olmak üzere her türlü cebir ve şiddeti araç olarak kullanan 5237 sayılı TCK'nın 314/1-2 maddesi kapsamında silahlı bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır.”

[45]         Konuyla ilgili olarak 16. Ceza Dairesinin kararında şu hususlara yer verilmiştir; “Emniyet Genel Müdürlüğünün FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili 07/09/2016 tarihli araştırma raporu ve en son güncellenmiş bilgi notu; Bilgi notunda, silahlı terör örgütü FETÖ/PDY hakkında bilgi verildikten sonra sonuç kısmında FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca 15-16/07/2016 tarihlerinde cebir ve şiddet kullanılarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya ve bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ni ortadan kaldırmaya, kısmen veya tamamen görevlerini yapmasına engel olmaya teşebbüs girişiminde bulunduğu bildirilmiştir.”

[46]         ÖZGENÇ, s.107.

[47]         Konuyla ilgili olarak CGK şunları söylemiştir; ““bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkanlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi halinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında;”

[48]         Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 19/12/2008 T., 2008/12516 E., 2008/11687 K. sayılı kararı.

[49]         16 Ceza Dairesi; “…devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip bulunduğunda kuşku yoktur”, CGK’da; “…tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nun 314’üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğu izahtan varestedir” demiştir.

[50]         Konuyla ilgili olarak 16. Ceza Dairesi; “…Ancak bu değerlendirme yapılırken, 2012 yılı ve sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapılan operasyonlar gibi, örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar sonrasında; Milli Güvenlik Kurulu'nun, 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde "hizmet hareketi" adlı, legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip, kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da göz ardı edilmemesi gerekir” demiştir.

CGK’da; “Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY'nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.”

“…ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili dava dosyalarında yer alan EGM'nin örgüt hakkındaki raporuyla diğer belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak, devleti ve hükümeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.”

“…anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları, Emniyet Genel Müdürlüğünün örgüt hakkındaki raporu gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında…"demiştir.

[51]         ÖZGENÇ, s.105.

[52]         ÖZGENÇ, s.105.

[53]         16 Ceza Dairesi kararında; “…legal zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacı gizli tutulması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapı” "büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen", "görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkı gizlediği"

“…Bu terör örgütü adeta sis bulutu arkasında gizlidir. Bütün örgüt yöneticileri ve üyeleri her konuda mütemadiyen tedbir uygular. Örgütün üye sayısı, amacı, ekonomik kaynakları milletten ve devletten gizlidir. Örgütün bütün işlemleri gizli yürütülür. Örgüt lideri genel olarak emirlerini gizli verir. Örgütün nihai maksadı gizlidir.”

“…yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen, gizlilikten görünmez bir duvar inşa edip bu duvarın arkasına saklanan, böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak”

“…15 Temmuz darbe girişimine kadar sözde meşruiyetini toplum nezdinde dini zemini, kamu otoritesi nezdinde ise hukuki zemini istismar ederek sağlaya gelen örgütün” demiştir.

CGK’da: “…hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapı..” "büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen", "görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği" demiştir.

[54]         “…Türkiye Cumhuriyeti Devletinin tüm Anayasal kurumlarını (Yasama, Yürütme ve Yargı erklerini) ele geçirerek, aynı zamanda uluslararası düzeyde etkili siyasi-ekonomik bir güç haline gelmek suretiyle anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Türk Devletini ve Türkiye Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkmak ve Devleti ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş terör örgütüdür.”

“…Zümre egemenliğine dayalı olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek ve siyasi gücü yönetmek, aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi bir güç haline gelmek,”

“…Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm anayasal kurumlarını (yasama, yürütme, yargı erklerini) ele geçirmek, ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa FETÖ/PDY ’nün ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek”

“…Dünyanın diğer ülkeleriyle de hesaplaşarak, aynı yöntemlerle dünyanın ekonomik, toplumsal ve siyasal gücünü yönetmek”

[55]         “…Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür.”

“…Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.”

[56]         CGK kararında; “…Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 s. Kanunun birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.”

“…Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 s. Kanunun birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup, ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez” denilmiştir.

[57]         CGK kararında: "Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK'nun İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir” denilmiştir.

           16 Ceza Dairesi kararında da; “…TCK'nın 314. maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanunu'nun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları "amaç suç" olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir” denilmiştir.

[58]         “…Sanıkların mensubu oldukları örgütün yurt genelinde yaygın örgütlenme biçimi, tespit edilen vahim nitelikteki çok sayıda adam öldürme, bombalama, oto hırsızlık ve gasp gibi silahlı eylemleri ve ele geçen silahları, patlayıcıları nazara alındığında TCK.nun 146/1. maddesi kapsamında matuf eylemleri gerçekleştirmek amacı ile oluşturulmuş silahlı çete niteliğinde bir örgüt olduğu açıkça anlaşılmaktadır.…Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıklar TA, MAŞ, CS’nın mensubu bulundukları silahlı çete niteliğindeki örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasını zorla değiştirip, yerine dini esaslara dayalı bir sistem getirmek şeklindeki amacına yönelik vahamet arz eden olaylara fiilen katıldıklarının sübutu kabul…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28/02/2002 T., 2001/2696 E., 2002/431 K. sayılı kararı.

[59]         CGK kararında; “…Aslında bunlar unsurları farklı olan hukuki terimlerdir. 3713 sy 7. madde kapsamındaki örgütler terör örgütü, TCK 314 kapsamındaki örgütler silahlı örgüttür. Pratikte, 3713 sy 7 deki örgüt silahsız terör örgütü, 314 deki örgüt silahlı terör örgütü olarak bilinir. Ancak “silahlı terör örgütü” veya “silahsız terör örgütü” kavramları mevzuatta kullanılan hukuki terimler değildir. Her silahlı örgüt aynı zamanda terör örgütüdür ancak her terör örgütü silahlı örgüt değildir.

“…Nihai amaç ve amaç suç kavramları da farklı olup; 3713 sy 7. madde kapsamındaki terör örgütü 3713 sy 1. maddesindeki nihai amaçlara göre belirlenirken, TCK 314 kapsamındaki silahlı örgüt tck nın 302 ila 316. maddeler arasındaki amaç suçlara göre belirlenir” denilmiştir.

[60]         “Yargılama safahatında, dava ya da soruşturmaya konu oluşumun nerede, ne zaman, kimler tarafından, ne amaçla kurulduğu, … yargılama makamlarınca belirlenmekte...”

[61]         CGK kararında; “…Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatlarıyla hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir" denilmiştir.

[62]         “Örgütün temelleri Fethullah Gülen tarafından 1966 yılında atılmış,” “Fethullah Gülen hakkında Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesince verilen ve Yargıtay Ceza Genel Kururlunun 2008/9-82,181 sayılı kararı ile kesinleşen beraat kararı..”

[63]         Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi C.Başsavcılığınca 31.8.2000 tarihli iddianameyle F.G. hakkında (silahsız) terör örgütü kurmak suçundan 3713 sayılı TMK 7/1-1. Cümlesi uyarınca kamu davası açılmıştır.

           Ankara 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 10.3.2003 tarihli kararıyla, 4616 sy 1/4. maddesine göre kamu davasının kesin hükme bağlanmasının ertelenmesine karar verilmiştir.

           Sanık müdafi, 19.07.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4928 sayılı Yasayla 3713 sayılı Yasanın 1.maddesinde değişiklik yapılması nedeniyle, ertelenen davanın lehe yasa değerlendirmesi çerçevesinde yeniden ele alınmasını talep etmiştir.

           Ankara 11.Ağır Ceza Mahkemesi duruşma açarak verdiği 05.05.2006 tarihli kararı ile 4928 sayılı Yasa ile 15.07.2003 tarihinde 3713 sayılı Yasanın 1. maddesinde değişiklik yapılmış olup, önceki yasadaki her türlü eylem yerine suç teşkil eden eylemlerde bulunmak, cebir şiddet kullanmak, ön şart kabul edilerek yine sadece amaç etrafında birleşmek değil, suç işlemek amacıyla birleşmek kıstasları getirilerek suçun unsurlarında değişiklik yapılmıştır. Maddenin değişiklikten sonraki haline göre terör suçunun oluşabilmesi için öncelikle cebir ve şiddet kullanılması, Anayasal düzenin nitelik ve değerlerinin değiştirilmesine yönelik olarak maddede yazılı yöntemlere başvurulması, bu hususta girişilen eylemlerin suç teşkil etmesi gereklidir. Örgüt suçunun oluşabilmesi için de yukarıdaki yazılı terör suçunu işlemek amacıyla en az iki veya daha fazla kişinin birleşmesi gerekmektedir. …suç teşkil eden eylemi tespit edilmeyen, maddi unsuru sübut bulmayan ve unsurları oluşmayan atılı suçtan sanığın beraatına karar vermek gerekmiş”tir şeklindeki gerekçeyle beraat kararı vermiştir.

           Karar, C.Savcısı tarafından temyiz edilmiştir.

           Yargıtay 9.Ceza Dairesince 05.03.2008 gün ve 6083-1328 sayı ile “Sanığın cebir ve şiddet kullanarak, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, niteliklerini ve laik düzeni değiştirmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacına yönelik olarak suç işlemek üzere terör örgütü kurduğu ve yönettiği yolunda mahkûmiyetine yeterli, her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği sonucuna varıldığı, bu nedenle de Mahkemenin kararında bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından C.savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün onanmasına” karar verilmiştir.

           Yargıtay C.Başsavcılığı itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

           Yargıtay CGK 24/6/2008 T., 2008/9-82 E., 2008/181 K. Sayılı kararı ile Yargıtay C.Başsavcılığının itirazının reddine karar vermiştir.    

Yorumlar