AİHM’İN BASIN ÖZETİ
Etkili bir Yargısal İncelemenin Yokluğunda, 677 sayılı OHAL Kararnamesine Dayalı İşten Çıkarma Sözleşme’yi İhlal Etmiştir
Pişkin/Türkiye
davasında (No. 33399/18) Daire olarak verilen bugünkü karada, Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi oybirliğiyle şuna karar vermiştir: Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi’nin 6/1 (adil yargılanma
hakkı) ve 8. (özel hayata ve aile
hayatına saygı hakkı) maddelerinin ihlal edildiğine. Dava, Bay Pişkin’in, 15 Temmuz 2016
tarihli başarısız darbe girişiminin ardından ilan edilen olağanüstü hali
takiben bir terör örgütüyle bağlantılı olduğu gerekçesiyle işten
çıkarılmasına ve de bu tedbire ilişkin daha sonraki yargısal incelemeye
ilişkindi. Bay Pişkin, ne işten çıkarılmasına
ilişkin usulün ne de sonrasındaki yargısal sürecin adil yargılanma
güvencelerine uygun olduğundan şikâyet etmiştir. Ayrıca, ‘terörist” ve “vatan
haini” olarak damgalanmasından da şikâyet etmiştir. Mahkeme, 667 sayılı Kararnamenin
sadece devlet memurlarının meslekten çıkarılmalarına izin vermediğini; Bay
Pişkin’in işvereni gibi kamusal kurumları, kamu hizmetlerinde çalışanları
basitleştirilmiş bir usul uyarınca işten çıkarmalarını da gerektirdiğini
kaydetmiştir. İş akdinin sonlandırılmasına ilişkin baştaki karar alma süreci,
herhangi bir şekilde çelişmeli incelemeyi gerektirmemekte ve Kararnamede
hiçbir usulü güvence getirilmemekteydi. Bu itibarla, işverenin, üstünkörü
bireyselleştirilmiş gerekçe sunma zorunluluğu dahi olmaksızın, çalışanını
Kararnamede tanımlanan yasadışı yapılardan birine üye, ilgili veya iltisaklı
değerlendirmesi yeterliydi. Adil yargılanma hakkına ilişkin
olarak Mahkeme, temel meselenin, Bay Pişkin’in iş akdinin işvereni tarafından
sonlandırılmasının gerekçesini öğrenme imkânsızlığının, işverenin kararının
etkili yargısal incelemesi yoluyla dengelenip dengelenmediği olduğunu
değerlendirmiştir. Mahkeme bu bağlamda, ulusal mahkemelerin Bay Pişkin’in
itiraz gerekçesinin kapsamlı veya derinlemesine bir incelemesini
gerçekleştirmediğine, gerekçelerini başvuran tarafından sunulan delillere
dayandırmadığına ve onun iddialarını reddetmek için hiçbir geçerli neden
sunmadıklarına hükmetmiştir. Bu eksiklikler böylelikle, Bay Pişkin’i karşı
tarafa göre açık bir dezavantajlı konuma koymuştu. Ulusal mahkemeler teorik
olarak, Bay Pişkin ve yetkililer arasındaki anlaşmazlığı hükme bağlamak için
tam bir yetkiyi taşımıyorlardıysa da; Sözleşme’nin 6/1 maddesinin
gerektirdiği üzere, önlerindeki davayla ilgili tüm olgusal ve hukuki
meseleleri değerlendirme görevini reddetmişlerdir. Mahkeme son olarak, adil
yargılanma gereklerine uygun davranılmamasının, Türkiye’nin askıya almasıyla
(Sözleşme’nin 15. maddesi, olağanüstü halde askıya alma) haklı
kılınamayacağını değerlendirmiştir. Mahkeme, özel hayata saygı hakkına
ilişkin olarak, Bay Pişkin’in işten çıkarılmasının aile ‘yakın çevresi”,
diğerleriyle ilişki kurma ve geliştirme yeteneği ve saygınlığı üzerinde ciddi
olumsuz etkilerinin olduğuna hükmetmiştir. Özellikle Bay Pişkin,
sözleşmesinin sonlandırıldığında beri işsizdir ve işten çıkarılması 667
sayılı KHK’ya dayandırıldığından, olası işverenler ona iş teklif etmeye
cesaret edememiştir. Bay Pişkin’in iş akdinin feshi sonuç itibariyle, özel
hayatı üzerinde büyük olumsuz yansımaları olmuştu ve 8. maddenin uygulanması
için gerekli ağırlık düzeyine ulaşmıştı. Mahkeme bakımından, demokratik bir
toplumda geçerli hukukilik ve hukuk devleti ilkeleri, ulusal güvenlik
mülahazalarının dikkate alınması gereken durumlarda dahi, bir bireyin temel
haklarını etkileyen bir tedbirin, karşı çıkılan müdahalenin gerekçelerini ve
ilgili delilleri değerlendiren bağımsız bir yetkili organ önünde herhangi bir
biçimdeki çelişmeli incelemeye tabi tutulmasını gerektirmekteydi. Mevcut davada ulusal mahkemeler, Bay
Pişkin’in iş akdinin feshinin gerçek somut nedenlerini belirlememişti.
Tedbirin uygulanmasının yargısal incelemesi bu nedenle yetersizdi ve Bay
Pişkin, Sözleşme’nin 8 maddesi altında gerektirildiği üzere keyfiliğe karşı
asgari düzeyde korumadan faydalanmamıştı. Dahası, karşı çılan tedbir
olağanüstü halin özel koşullarının gerektirdiği zorunlu tedbirle de uyumlu
görülemez. |
OLAYLAR
Başvuran Hamit Pişkin, 1982 doğumlu bir
Türk vatandaşıdır ve Bingöl’de yaşamaktadır.
Bay Pişkin, çeşitli kamusal ve özel
kuruluşların bölgesel faaliyetlerinin koordinasyonundan sorumlu bir kamu hukuku
tüzel kişisi olan Ankara Kalkınma Ajansında Aralık 2010 tarihinden itibaren
uzman olarak çalışmaktaydı. Bay Pişkin’in süresiz iş akdine 4857 sayılı İş
Kanunu uygulanmaktaydı ve hukuki statüsü özel hukuk kurallarına tabiydi.
Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu, 15
Temmuz 2016 başarısız darbe teşebbüsünün hemen sonrasında 26 Temmuz 2016
tarihinde, çalışanlarının durumunu değerlendirmek için toplanmıştır. Aynı gün,
ulusal güvenliğe tehdit oluşturan yapılara mensup bulunduklarını veya bu
yapılarla iltisak veya irtibatlı olduklarını değerlendirerek Bay Pişkin’in de
aralarında bulunduğu altı kişinin iş akdinin sonlandırılmasına karar
vermişlerdir.
Bay Pişkin, iş akdini sonlandıran
kararın iptal edilmesi talebiyle Ankara İş Mahkemesine 14 Ağustos 2016
tarihinde itiraz etmiştir. Diğer hususların yansıra işten çıkarılmasının
herhangi bir geçerli nedeninin olmadığını, kötüye kullanımlı ve geçersiz
olduğunu beyan etmiştir. Ayrıca, işten çıkarılmasından dolayı tazminat talep
etmiştir.
Mahkeme, 25 Ekim 2016 tarihinde, Bay
Pişkin’in idari itirazını (dava) reddetmiştir. Bay Pişkin sonrasında, karara
karşı istinaf ve temyiz yoluna gitmiş fakat talepleri reddedilmiştir. Son
olarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapmıştır ki burası, 10 Mayıs 2018
tarihinde şikâyetlerini kabul edilemez bulmuştur.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 5 Eylül 2018 tarihinde, hakkında ceza davası açılması için gerekli şüpheyi desteklemeye yeterli delil olmadığı gerekçesiyle başvuranın dosyasında takipsizlik kararı vermiştir.
ŞİKAYETLER VE YARGILAMA
Bay Pişkin, 6. maddenin (adil
yargılanma hakkı) hukuki ve cezai yönüne dayanarak işten çıkarılma usulünün ve
takip eden yargısal sürecin adil yargılanma teminatlarına uygun olmadığını
belirtmiştir.
Baş Pişkin, bir terör örgütüyle
ilişkinin bulunduğu gerekçesiyle işten çıkarıldığından ve bir “terörist” ve
“vatan haini” olarak damgalandığından da şikâyet etmiştir.
Bölüm başkanı, şu sivil toplum
örgütlere yazılı usule müdahil olma izni vermiştir: Uluslararası Af Örgütü,
Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Davalarına Destek
Projesi.
6 Temmuz 2018 tarihinde Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesine başvuru yapılmıştır.
MAHKEMENİN KARARI
6/1 Madde (Adil
Yargılanma Hakkı)
6.
Maddenin Hukuki ve Cezai Yönünün Uygulanabilirliği
Mahkeme, açıkça madeni bir hakkı
ilgilendiren Bay Pişkin’in işten çıkarılması usulüne Sözleşme’nin 6. maddesinin
hukuki yönünün uygulandığını değerlendirmiştir. Gerçekten de tüm iş
uyuşmazlıkları, bilhassa özel sektörde çalışmanın sonlandırılması eylemine
ilişkin olanların, Sözleşme’nin 6/1 maddesi anlamında medeni bir hakkı
ilgilendirmektedir. Dahası, Bay Pişkin’in sözleşme altında, devlet memurlarınca
yerine getirilenlerle benzer görevleri yerine getiren bir çalışan olarak
değerlendirildiği varsayılsa bile; Mahkeme, içtihatları uyarınca, şu iki şart
aynı anda gerçekleşmediği sürece[1],
devlet ile onun görevlileri arasındaki uyuşmazlıklar kural olarak 6. maddenin
kapsamına girdiğini yinelemiştir: İlk olarak devlet, söz konusu görev veya
çalışan grubu için mahkemeye erişimi ulusal hukukta açıkça dışarda bırakması ve
ikinci olarak, hariçte bırakmanın devlet menfaatine ilişkin objektif nedenlerce
haklı kılınması gerektiği. Mevcut davada, bu iki şarttan ilki gerçekleşmemişti;
çünkü Türk hukuku, Kalkınma Ajansı çalışanlarının iş akitlerinin feshedilmesine
karşı iş mahkemelerine itiraz etmesine izin vermekteydi. Bay Pişkin bu seçeneğe
sahipti ve gerçekten bu yolu kullanmıştı.
Mahkeme, işten çıkarma usulünün “Engel”
ölçütleri[2]
uyarınca cezai bir suçlama derecesine varmadığından, Sözleşme’nin 6. maddesinin
cezai yönünün uygulanamayacağını değerlendirmiştir.
İş
Akdinin Feshi Süreci
Bay pişkinin iş akdinin
sonlandırılmasında kullanılan usul, doğrudan olağanüstü hal boyunca kabul
edilen askıya alma tedbirlerinden kaynaklanmaktaydı. Bu dönem boyunca, Türkiye
Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, 37 kanun hükmünde
kararname (667 ila 703 No.lu) kabul etmişti. Bu metinlerden 667 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname, 667 sayılı Kararnamenin sadece devlet memurlarının
meslekten çıkarılmalarına izin vermemekte; Bay Pişkin’in işvereni gibi kamusal
kurumları, kamu hizmetlerinde çalışanları basitleştirilmiş bir usul uyarınca
işten çıkarmalarını da gerektirmekteydi. İş akdinin sonlandırılmasına ilişkin
baştaki karar alma süreci, herhangi bir çelişmeli inceleme şeklini zorunlu
kılmamaktaydı. Keza Kararname, hiçbir usulü güvence getirmemekteydi. İşverenin,
üstünkörü bireyselleştirilmiş gerekçe sunma zorunluluğu dahi olmaksızın,
çalışanını Kararnamede tanımlanan yasadışı yapılardan birine mensup, ilgili
veya iltisaklı değerlendirmesi yeterliydi.
Mahkeme, bu hususta, 667 sayılı
Kararnamenin 15 Temmuz 2016 başarısız askeri darbesine açıkça katılmış devlet
memurlarını ve diğer kamu hizmeti görevlilerinin basitleştirilmiş bir usul
uyarınca derhal işten çıkarılmasını kolaylaştırmak için kabul edilmiş olduğunu
kabullenmeye hazırdı. Venedik Komisyonunun[3]
haklı olarak işaret ettiği üzere, “komployla mücadele etmeyi amaçlayan herhangi
bir hareket, komplocuların bazıları yargı, savcılık, polis, ordu vb.de hala
faalse başarılı olamayacaktı”[4].
Böyle bir süreç, olağanüstü halin tam da kendine özgü şartlarında haklı
görülebilir. Ancak Mahkeme bilhassa, söz konusu kararnamenin, mevcut olaydaki
başvuran gibi ilgili kişilerin iş akitlerinin feshedilmesinin sonrasında ulusal
mahkemelerce yerine getirilecek yargısal incelemelerde hiçbir kısıtlama yapmamıştır.
Gerçekten belirtilen kişi, şikâyet edilen fesih kararına iş mahkemesi önünde
itiraz edebilmiş, bu mahkemenin kararına karşı Bölge Adliye Mahkemesine
başvurabilmiş ve temyiz edebilmişti ve esasen Anayasa Mahkemesine bireysel
başvuru yapabilmişti.
Böylelikle Mahkeme, mevcut davadan
doğan temel meselenin, Bay Pişkin’in iş akdinin işvereni tarafından, bir terör
örgütüyle iddia edilen ilişkisinin varlığından dolayı sonlandırılmasına yol
açan gerekçeleri öğrenme imkânsızlığının, işverenin kararının etkili yargısal
incelemesi yoluyla dengelenip dengelenmediği olduğunu değerlendirmiştir.
Yargısal
İnceleme
Mahkeme, Bay Pişkin iş akdinin feshi
usulü boyunca herhangi bir usulü teminattan yararlanmamış olduğundan, yegâne
merciin işvereninin değerlendirmesini haklı kılabilecek olgusal veya diğer
deliller için ulusal mahkemelere başvurmak olduğunu kaydetmiştir. Bu,
başvuranın söz konusu delillerin doğruluğuna, gerçekliğine ve güvenilirliğine
karşı çıkabileceği tek yoldu. Dolayısıyla, ilgili davacıya, yani Bay Pişkin’e,
işverenin kararının etkili yargısal incelemesini sağlamak için önlerindeki
davayla ilgili tüm bu olgusal ve hukuki meseleleri incelemek mahkemelerin
sorumluluğundaydı. Mahkemeye göre bu, davanın ana meselesiydi.
Ulusal mahkemeler böylece, şikâyet
edilen sözleşme feshinin hukuki temeli ve işverenin Bay Pişkin’in yasadışı bir
yapıyla bağının olduğu değerlendirmesini haklı kılabilecek olgular hakkında
karar vermeye davet edilmişti. Ancak bunlar, yalnızca işten çıkarmaya ilgili
kurulca karar verilip verilmediğini ve kararın hukukta bir temelinin olup
olmadığını değerlendirmişti. Ne “geçerli bir nedenle” feshin hukuki rejimi ne
de işverenin böyle bir fesih gerekçesini, bir başka deyişle yasadışı bir
yapıyla ilişkinin iddia edilen mevcudiyetini, muhtemelen haklı kılacak herhangi
bir olguya sahip olup olmadığı meselesi ulusal mahkemeler tarafından gerçekten
tartışılmıştı. Daha özelde ulusal mahkemeler, farklı yargı heyetleri önündeki
yargılamaların hiçbir aşamasında, başvuranın iş akdinin yasadışı bir yapıyla
varsayılan bağından dolayı feshedilmesinin onun davranışları veya diğer ilgili
delil veya bilgi tarafından haklı kılınıp kılınmadığını değerlendirmişti.
Ayrıca yargılama mahkemelerince verilen ret kararlarından, Bay Pişkin’in
iddialarının dikkatlice değerlendirilmiş olduğu anlaşılmamaktaydı.
Anayasa Mahkemesine gelince, adil
yargılanma hakkının korunmasında ve yukarıda kaydedilen ihlallerin
giderilmesinde asli bir rol oynayabilirdi. Bununla birlikte o, söz konusu
hukuki ve olgusal meselelerin herhangi bir analizini gerçekleştirmekte
başarısız olmuştu.
Mevcut olayda verilen yargısal
kararlar, ulusal mahkemelerin Bay Pişkin’in iddialarının derinlemesine ve
kapsamlı bir incelemesini gerçekleştirdiklerini, gerekçelerini onun tarafından
sunulan delillere dayandırdıklarını ve onun itirazlarını reddetmelerini geçerli
şekilde gerekçelendirdiklerini ortaya koymamıştır. Yukarıda kaydedilen
eksiklikler, başvuranı karşı tarafa göre açık bir dezavantajlı konuma koymuştu.
Sonuç itibariyle, ulusal mahkemeler teorik olarak, Bay Pişkin ve idari makamlar
arasındaki anlaşmazlığı hükme bağlamak için tam bir yetkiyi taşımakla birlikte;
Sözleşme’nin 6/1 maddesinin gerektirdiği üzere, önlerindeki davayla ilgili tüm
olgusal ve hukuki meseleleri değerlendirme görevinden çekinmişlerdi.
Sözleşme’nin
15. Maddesinde Öngörülen Askıya Alma (Olağanüstü Hallerde Askıya Alma)
Sözleşme’nin 15 maddesinde öngörülen
askıya almaya ilişkin olarak Mahkeme, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin,
mevcut davadaki başvuran gibi ilgili kişilerin iş akitlerinin feshedilmesinin
ardından ulusal mahkemeler tarafından gerçekleştirilecek yargısal inceleme
üzerinde hiçbir kısıtlama getirmemiş olduğunu kaydetmiştir. Mahkeme, olağanüstü
hal çerçevesinde dahi hukukun üstünlüğü temel ilkesinin hüküm sürmesi
gerektiğine de işaret etmiştir. Bir devlet, Sözleşme uygulayıcı kurumların
tahdidi ve kontrolü olmaksızın, bütün bir hukuki talepler dizisini mahkemelerin
yetkisinden çıkartabilirse ya da geniş gruplara veya kişi kategorilerine hukuki
sorumluluktan bağışıklık sağlayabilirse, demokratik bir toplumdaki hukukun
üstünlüğüyle ya da 6/1 maddesinin altında yapılan temel ilkeyle – yani hukuki
talepler, etkili bir hukuki inceleme için hâkime sunulabilmesiyle –
bağdaşmayacaktır.
Dolayısıyla, bu kişilerin Sözleşme
haklarına ilişkin sonuçların ciddiyeti gözetildiğinde, bahse konu gibi bir
olağanüstü hal kararnamesiyle onun uygulanması için alınan tedbirlerin yargısal
denetimi olanağını dışarda bırakan açık veya net herhangi bir ifade içermediğinde;
daima, davalı devletin mahkemelerini herhangi bir keyfilikten sakınılabilsin
diye yeterli denetim uygulamaya yetkili kıldığı şeklinde anlaşılması gerekirdi.
Bu koşullarda, adil yargılanma gereklerine uyulmaması, Türkiye’nin askıya
alması tarafından haklı kılınamazdı.
Bu itibarla, Sözleşme’nin 6/1
maddesinin ihlal edilmişti.
8. Madde (Özel Hayata ve
Aile Hayatına Saygı Hakkı)
8.
Maddenin Uygulanabilirliği
Mahkeme ilk olarak, ulusal mahkemelerin
hiçbir aşamada ceza soruşturmasına atıfta bulunmadığını, dava dosyasının, bu
soruşturmanın ya da Bay Pişkin’in işten çıkarılmasına ilişkin yerel mahkemeler
önündeki yargılamaların ulusal makamların işten çıkarma gerekçelerini
destekleyebilecek bilgiyi ve olgusal delili elde etmelerine olanak sağlamış
olduğuna işaret edecek hiçbir şeyi içermediğini kaydetmiştir. Mahkeme, söz
konusu iş akdinin feshedilmesinin başvuranın kendi eylemlerinin öngörülebilir
bir sonucu olduğunu akla getirecek hiçbir delil olmadığı sonucuna ulaşmıştır.
Mahkeme ikinci olarak, Bay Pişkin’in
işten çıkarılmasının “yakın çevresi”, diğer kişilerle ilişki kurma ve
geliştirme yeteneği ve saygınlığı bakımından ciddi olumsuz sonuçları olduğunu
kaydetmiştir. Başvuran, işini, yani geçim kaynağını, kaybetmişti. Dahası,
sözleşmesinin feshinden beri işsiz olduğunu ve fesih 667 sayılı Kararnameye
dayandırılmış olduğundan, işverenlerin ona iş vermeye cesaret edemediğini
belirtmiştir. Ayrıca kabul edilen işten çıkarma gerekçesinin, bir başka
ifadeyle yasadışı bir yapıyla bağının bulunmasının, tartışmasız biçimde
başvuranın mesleki ve sosyal itibarı bakımından çok ciddi sonuçları vardı.
Bay Pişkin’in iş akdinin
feshedilmesinin sonuç itibariyle, özel hayatı üzerinde ağır olumsuz yansımaları
bulunmaktaydı ve 8. maddenin davaya uygulanabilmesi için gerekli ağırlık
düzeyini aşmıştı.
Müdahalenin
Varlığı ve Gerekçesi
Mahkeme, Bay Pişkin’in işten
çıkarılmasının, yasadışı bir yapıyla bağının bulunduğunu değerlendirdikleri
takdirde işverenlerin çalışanlarının sözleşmelerini sonlandırmalarını
gerektiren 667 sayılı Kararnamenin bir hükmüne dayandırılmış olduğunu
değerlendirmiştir. Şikâyet edilen işten çıkarma sonuç itibariyle, bahsedilen
kararnameden kaynaklanan bir yükümlülük olarak görülebilirdi ki bu işten çıkarma,
Bay Pişkin’in iş akdine uygulanan hukuki çerçeveyi çok aşmaktaydı. Dolayısıyla,
yasadışı bir yapıyla iddia edilen bağına dayandırılan işten çıkarma, Bay
Pişkin’in özel hayata saygı hakkına bir müdahale olarak değerlendirilebilir.
Mahkeme, olağanüstü hal koşullarına ve
ulusal mahkemelerin 667 sayılı Kararnamenin 4/1 (g) maddesi uyarına alınan
tedbirleri incelemek için tam yetkiye sahip bulunduğunu dikkate alarak şikâyet
edilen müdahalenin kanunla öngörüldüğü kabulü üzerinden hareket etmeye hazırdı.
Sonrasında, müdahalenin 8/2 maddesi anlamında birkaç meşru amaç, yani ulusal
güvenliğin korunması ile kargaşa ve suçun önlenmesi, peşinde olduğunu
kaydetmiştir.
Müdahalenin demokratik bir toplumda
gerekliliğine ilişkin olarak, Mahkemenin denetimi iki noktayı
ilgilendirmekteydi: (1) Başvuranın işten çıkarılmasına götüren karar alma
sürecinin keyfi muameleye karşı güvencelerle çevrilip çevrilmediği ve (2)
başvuranın usulü güvencelerden faydalanıp faydalanmadığı ve bilhassa yeterli
yargısal denetime erişiminin olup olmadığı ile yetkililerin özenle ve hızlıca
hareket edip etmediği.
İlk noktayla ilgili olarak Mahkeme,
başvuranın iş akdinin feshinden önceki karar alma sürecinin çok üstünkörü
olduğunu gözlemlemiştir. Ankara Ajansı için çalışan işçilerin durumunun
değerlendirilmesini amaçlayan 26 Temmuz 2016’daki bir toplantının ardından;
başvuranın da bulunduğu altı çalışanın iş akdi, ulusal güvenliği tehdit eden
yapılara üyeliklerinden ya da böyle yapılarla irtibat ve ilişkilerinin
varlığından dolayı, 667 sayılı Kararnamenin 4/1 (g) maddesi uyarınca
sonlandırılmasına karar verilmişti. Mahkeme, bu kabulün muğlaklığını ve
belirsizliğini kaydetmiş ve Ajansın yönetim kurulunca alınan kararın, 667
sayılı Olağanüstü Hak Kararnamesi’nin yasadışı bir yapıya mensubiyetinin,
irtibatının ve iltisakının olduğu değerlendirilen çalışanların işten
çıkarılmasını öngören 4/1 (g) maddesi metnine basit bir atıfla
temellendirildiği sonucuna varmıştır.
Mahkeme sonrasında, işvereninin,
başvuranın onun yasadışı bir yapıyla bağının olduğu değerlendirmesini
potansiyel olarak haklı kılan faaliyetlerinin niteliğini belirtemediğini
gözlemlemiştir. Ulusal mahkemeler önündeki yargılamalar boyunca, böyle bir
yapıyla bağın iddia edilen mevcudiyetine ilişkin olarak hiçbir somut suçlama
açıkça dile getirilmemişti. Hükümetin savunmasından, terör örgütleriyle
bağlantılı faaliyetlere isteyerek katılmasından dolayı başvuranın işten
çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Benzer biçimde, ulusal mahkemelerin kararlarından,
başvuranın işverenin değerlendirmesinin başvuran ile FETÖ/PDY[5]
örgütü arasındaki ilişkinin iddia edilen mevcudiyetine ilişkin olduğu
anlaşılmaktadır. Başvuran özetle, ulusal makamların 15 Temmuz 2016 başarısız
askeri darbesini yapan yasadışı gizli bir yapıyla bağının olması nedeniyle
işten çıkartılmıştı.
Mahkeme, 6. madde altındaki tespitine
uygun şekilde, olağanüstü hal süresince alınan tedbirler yargısal denetime tabi
tutulduğundan; devlet memurlarının ve diğer kamu hizmeti çalışanlarının işten
çıkarılmasını sağlayan 667 sayılı Kararname uyarınca kurulan basitleştirilmiş
usulün, 15 Temmuz 2016 başarısız askeri darbesinin sonrasındaki durumun tam da
kendine özgü koşullarının ışığında haklı görülebileceğini kabul edebilirdi.
Sonuç itibariyle, yukarıda geçen şartlar gözetildiğinde, söz konusu usul daha
fazla bir incelemeyi gerektirmediğini değerlendirmiştir.
İkinci noktaya, yani şikâyet edilen
tedbirin yargısal incelemesinin eksiksizliğine, ilişkin olarak Mahkeme, ulusal
güvenlik gerekçeleriyle bir tedbire maruz kalan herhangi bir bireyin keyfi
işleme karşı güvencelere sahip olması gerektiği ilkesini yinelemiştir.
Mahkeme, askeri saflar boyunca organize
olmuş ya da üyeleri arasında katı, azaltılamaz bir dayanışma formu kuran veya
dahası “Avrupa kamu düzeninin” temel bir unsuru olan demokrasinin kurallarına
aykırı bir ideoloji güden yapılara üyeliğin, böyle toplulukların üyelerinin
kamu görevlerini yerine getirmeye çağrıldıklarında, ulusal güvenlik ve
kargaşanın önlenmesi karşısında bir sorun teşkil edebileceğini kabullenmeye
hazırdı.
Mahkemeye göre, kamu makamlarınca veya
kamu hizmeti alanında faaliyet gösteren diğer kuruluşlarınca neyin ulusal
güvenliğe tehdit oluşturduğunun değerlendirmesi, doğal olarak önemli bir
ağırlık taşıyacaktır. Bununla birlikte ulusal mahkemeler, bu kavramın ileri
sürülmesinin makul bir olgusal temelinin olmadığı ya da keyfi bir yoruma işaret
ettiği durumlara karşılık verebilmelidir.
Mevcut olayda Mahkeme, ulusal
makamların başvuranın işten çıkarılmasının gerekçesini oluşturan
değerlendirilmesine dair karar vermek için hakiki bir durumda bulunmamaktaydı.
Gerçekten de bu tedbir, başvuran ile yasadışı bir yapı arasındaki bağın iddia
edilen mevcudiyetine dayandırılmışsa da; Hükumet, yalnızca ulusal mahkemelerce
verilen yargısal kararlara atıfta bulunmuştu. Bu kararlar, işverenin değerlendirmesini
haklı kılmak ve Bay Pişkin hakkındaki suçlamaların gerçek niteliğini belirleme
kullanılan ölçütlere hiçbir ışık tutmamıştı. Ulusal mahkemeler, şikâyet edilen
tedbiri kapsamlıca değerlendirmeden ve bunun başvuranın özel hayata saygı hakkı
üzerindeki büyük yansımalarına rağmen, işverenin değerlendirmesinin iş akdinin
sonlandırılmasına hükmetmek için geçerli bir neden olduğunu kabul etmişti.
Mahkemeye göre, ulusal güvenlik söz
konusu olsa bile; demokratik bir devletteki hukukilik ve hukukun üstünlüğü kavramları,
temel insan haklarını etkileyen tedbirlerin, kararın gerekçelerini ve ilgili
delilleri denetlemeye yetkili bağımsız bir kurum önünde herhangi bir formdaki
çelişmeli bir yargılamaya tabi olmasını gerektirmekteydi. Yetkililerce
dayanılan bir ulusal güvenlik endişesine etkili biçimde karşı çıkılması
imkânsız ise polis veya diğer devlet makamları, Sözleşme’yle korunan haklara
keyfi olarak el uzatabilirler.
Bu koşullar altında Mahkeme, mevcut
davada ulusal makamların başvuranın iş akdinin neden sonlandırıldığının gerçek
nedenlerinin belirlemekte başarısız olduğunu değerlendirmiştir. Mevcut olayda
şikâyet edilen tedbirin yargısal denetimi sonuç itibariyle, yetersizdi.
Mahkeme bu nedenle, Bay Pişkin’in
Sözleşme’nin 8 maddesince gerekli kılınan keyfi müdahaleye karşı asgari
derecede korumadan istifade etmemiş olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ek olarak, 6.
madde altındaki değerlendirmesinde belirtilen gerekçelerle, şikâyet edilen
tedbirin olağanüstü halin kendine özgü koşulları tarafından sıkı sıkıya gerekli
kılındığının söylenemeyeceğini değerlendirmiştir.
Dolayısıyla, Sözleşme’nin 8 maddesi ihlal edilmiştir.
Adil Tazmin (41. Madde)
Mahkeme, oyçokluğuyla, Türkiye’nin
başvurana manevi tazminata ilişkin olarak 4.000 avro ödeyeceğine hükmetmiştir.
Ayrı Görüşler
Yargıçlar Bošnjak ve Koskelo mutabık
görüş açıklamıştır. Yargıç Yüksel, kısmi muhalif görüş açıklamıştır.
[1] Bkz. Vilho
Eskelinen ve Diğerleri/Fillandiya [BD], No. 63235/00, § 62, AİHM 2007 II.
[2] Bkz. Engel
ve Diğerleri/Hollanda, 8 Haziran
1976, §§ 82-83, A Serisi No. 22.
[3] Avrupa
Konseyinin Avrupa Hukuk Yoluyla Demokrasi (Venedik Komisyonu).
[4] Bkz. 15
Temmuz 2016 başarısız askeri darbesini takiben kabul edilen 667 ila 676 sayılı
Kanun Hükmünde Kararnameler Hakkında Görüş (CDL=AD(2016)037).
[5] FETÖ/PDY
(Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması), 15 Temmuz 2016 askeri
darbesini planlayan silahlı bir terör örgütü olarak görülmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder