YARGITAY CEZA GENEL KURULUNUN GÜLEN HAREKETİNİ SİLAHLI ÖRGÜT KABUL ETTİĞİ İLK KARARINA İLİŞKİN DEĞERLENDİRME

 

I.       GENEL OLARAK

Yargıtay 16. Ceza Dairesi, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı yargılama sonucu İstanbul 29. Asliye ve 32. Asliye Ceza Mahkemeleri hakimi olan sanıklar M.Ö. ve M.B.'nin silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 314/2 ve TMK’nın 5/1. maddeleri gereğince 9 yıl; görevi kötüye kullanma suçundan TCK'nın 257/1. maddesi gereğince de 1 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, "hükümete karşı suç" ve "gizliliğin ihlali" suçlarından ise beraatlarına karar vermiştir.[1]

Sanıklar ve müdafilerinin mahkûmiyet hükümlerine yönelik kanun yoluna başvurusu üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu (CGK) bu hükmün onanmasına karar vermiştir.[2]

Bu makalede; CGK kararının silahlı örgüt ve silahlı örgüt kabulü bakımından değerlendirilmesine yer verilmiştir.

A.     SİLAHLI ÖRGÜT BAKIMINDAN

CGK kararına göre "HSYK'nın soruşturma ve kovuşturma izni kararı verirken fiili belirlemediği, örgüt üyeliği suçuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma izni kararı verilmediği" iddia edilmektedir. Bu iddia gerek 16. Ceza Dairesi’nin ve gerekse CGK’nın kararında tartışılmamıştır. Bu suç yönünden verilmiş bir izin yok ise yapılan yargılama ve verilen hüküm de yok hükmündedir. Ancak, TCK’nın 312. maddesinden verilen bir izin mevcut ise geçitli suçlar (birbirine dönüşebilen) olmaları nedeniyle 314. madde anlamında da iznin bulunduğu kabul edilecektir.

1.        Kullanılan Kavramlar ve Silahlı Örgüt Unsurlarına İlişkin Değerlendirme

Türk Ceza Hukukunda “suç örgütü”, “terör örgütü” ve “silahlı örgüt” kavramları içerik ve ceza bakımından birbirinden farklıdır. TCK 220. maddesinde suç örgütü, Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7/1. maddesinde terör örgütü ve TCK’nın 314. maddesinde ise silahlı örgüt düzenlenmiştir.

CGK kararında, TCK’nın 314. maddesinde yer verilmeyen “silahlı terör örgütü suçu” ve “silahlı terör örgütü kurma, yönetme ve üye olma suçları” kavramları kullanılmıştır. Yani “terör örgütü” ve “silahlı örgüt” kavramlarını birbirine karıştırmıştır. TCK 314/2. maddesinde düzenlenen suç “silahlı terör örgütü” değil “silahlı örgüt” suçudur.

Her silahlı örgüt aynı zamanda terör örgütüdür, ancak her terör örgütü silahlı örgüt değildir. Hem terör örgütü hem de silahlı örgüt aynı zamanda suç örgütüdür. CGK kararı gibi hukuki metinlerde yasal terimlerin doğru kullanılması gerekir. “Silahlı terör örgütü” kavramını silahlı örgütü düzenleyen TCK 314. maddesi için kullanmak hukuken doğru değildir. Bu halk dilinde kullanılan bir ifadedir.

Kararda “silahlı terör örgütü” ifadesinin kullanılması, terör örgütü ve silahlı örgüt arasındaki farkın görülemediği ve bunun karara yansıtılamadığının en önemli göstergesidir.

Silahlı örgüt ve terör örgütü kavramlarının ne anlama geldiğini kavrayabilmek ve aralarındaki farkı görmek için her iki suçun mevzuatımıza giriş süreçleri ile yargı uygulamalarını bilmek gerekir. “Silahlı örgüt (çete) suçu” 1926 yılında 765 sayılı eski Türk Ceza Kanunu (ETCK) ile mevzuatımıza girmiş ve yaklaşık yüz yıldır uygulaması olan bir suçtur. TCK’da, bu suçun unsurlarında değişiklik yapmamış yalnızca “çete” yerine “örgüt” ifadesini kullanmıştır. Eski ve yeni TCK da “terör” kavramı hiç kullanılmamıştır. 

Silahlı çete suçu ile yeni kurulan ülkenin Anayasa, Meclis ve Hükümet gibi vazgeçilmez değerleri güvence altına alınmıştır.

1926 yılından beri uygulaması bulunan silahlı çetenin en önemli özelliği, “silahlı mücadele yöntemini” benimsemesi ve Anayasa, Meclis ve Hükümet gibi değerleri silahlı mücadele yöntemi ile ortadan kaldırmaya çalışmasıdır. Ayrıca, silahlı mücadele sadece benimsenen değil, aynı zamanda uygulanan bir yöntemdir ve bu nedenle, silahlı mücadeleye başlayan oluşumlar silahlı çete olarak kabul edilir.  

Silahlı mücadele dışındaki “diğer yöntemler”, ETCK’nın 140, 141, 142 ve 163. maddeleri ve Hıyaneti Vataniye Kanunu gibi yasal düzenlemeler ile cezalandırılmıştı. Ancak, bu düzenlemelerin kapsamı çok geniş olduğundan bir yazı, bir konuşma da “diğer mücadele yöntemi” olarak kabul edilebiliyordu. Özellikle 1980’li yıllarda ülkede artan terör olayları ve silahlı mücadele yöntemi dışında faaliyet yürüten yapılanmalar nedeniyle yeni bir düzenleme yapılması gereği duyuldu ve bu amaçla TMK kabul edildi. Yani TMK, ülke ve dünya gündemine giren “terör” tehdidinin hukuki temelini oluşturmak ve silahlı çete dışında kalan oluşumları yeniden düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. TMK’nın genel gerekçesinde bu durum “asıl amaç terörizm tehdidine karşı hukuki düzenlemeler getirmektir” ve “Ceza Kanunun 141, 142 ve 163. maddelerinin yerine kabul edilmiştir” ifadeleriyle açıklanmıştır. Ancak, yine gerekçede belirtildiği üzere, görüşler değil bu görüşleri şiddete başvurmak yoluyla ve zorla kabul ettirme veya gerçekleştirme suç sayılmıştır. Yani yasada fikirlerin değil eylemlerin cezalandırılması amaçlanmıştır.  

Buna göre, TMK silahlı mücadele dışındaki yöntemleri kullanan oluşumlar bakımından getirilen bir düzenlemedir ve TMK’nın 7/1. maddesinin ilk halinde silahlı çeteye ilişkin ETCK’nın 168. maddesinin ayrık tutulmasının nedeni de budur. TMK, ETCK’nın 140, 141, 142 ve 163. maddeleri yerine getirilen ve ancak cebir, şiddet, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanan oluşumları cezalandıran yasadır.

1991 yılında TMK’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte, Anayasal düzen ve Devlete karşı mücadele yürüten oluşumlar, kullandıkları yöntem itibarıyla üç gruba ayrılmıştır;

1. Silahlı mücadele yöntemini kullanan oluşumlar; TCK (eski 168 ve yeni 314. maddeler) kapsamına girer ve silahlı çete (örgüt) olarak kabul edilirler.

2. Cebir, şiddet, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanan oluşumlar; TMK (7/1. madde) kapsamına girerler ve terör örgütü olarak kabul edilirler. Ancak, TMK’da 2003 yılında yapılan değişiklik ile cebir ve şiddet seçimlik bir yöntem iken zorunlu unsur haline gelmiştir. Buna göre, terör örgütleri mutlaka cebir ve şiddet kullanan, ancak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini de uygulayan yapılanmalardır.

3. Diğer yöntemleri (örneğin, tebliğ, ikna, propaganda, bilinçlendirme vs) kullanan oluşumlar; varlıkları bizatihi tehlike ve suç oluşturmayan yapılanmalardır.

Bu üç oluşum şöyle örneklenebilir; Anayasayı değiştirmeyi düşünmek veya bunu açıklamak suç değildir. Bu amaçla bir örgüt de oluşturabilir. Bu örgüt siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve dernek gibi “diğer yöntemler” dediğimiz usul ile faaliyet yürüttüğü sürece bu da suç değildir. Bu örgüt, “cebir ve şiddet” yöntemini kullanmaya başladığı zaman terör örgütü kabul edilir. Bu örgüt bir ileri aşamaya geçer ve “silahlı mücadele” yöntemini kullanmaya başlarsa silahlı örgüte dönüşür. 

ETCK ve TMK’da ki düzenleme ve gerekçelere göre “silahlı mücadele” veya “cebir şiddet” yönteminin kullanılma ihtimali değil, bizzat kullanılması cezalandırılır. TMK’nın 1. maddesinde 2003 yılında yapılan değişiklik de bunu ifade eder. Zira değişiklikten önce cebir veya şiddete başvurmadığı halde baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini kullanan oluşumlar da terör örgütü kabul ediliyordu. Ancak, Avrupa Birliği uyum sürecinde kabul edilen bu değişiklik ile cebir ve şiddete başvurmayan yapılanmaların terör örgütü olarak kabulünden vazgeçilmiştir.

Buna göre silahlı örgüt (çete), silahlı mücadeleye başlayan; terör örgütü ise silahlı mücadeleyi benimsemeyen veya henüz bu aşamaya gelmemiş ancak cebir ve şiddet yöntemini kullanan yapılanmalardır.

“Silahlı örgüt” ve “terör örgütü” arasındaki fark şu örnekle açıklanabilir; Hükümet, Meclis veya Anayasayı ortadan kaldırmayı amaç edinmeyen bir örgüt sadece “panzehir satma” düşüncesiyle kamu sağlığını bozmayı hedef alarak ülkenin içme sularına zehir katsa ve yüzlerce kişinin ölümüne neden olsa; bu örgüt TCK’nın 314. maddesi kapsamında “silahlı örgüt” değil, TMK’nın 7/1. maddesi kapsamında “terör örgütü” dür. Zira burada örgütün amacı kamu sağlığını bozma, amaç suçu ise TCK’nın 185 ve devamı maddeleridir. Bu suç ise TCK’nın 314. maddesinde silahlı örgütün amaç suçları arasında sayılmamıştır ve bu nedenle bu örgüt silahlı örgüt olarak kabul edilemez. Kamu sağlığı, TMK’nın 1. maddesi gereğince terör örgütleri için bir amaçtır. Örneğimizdeki terör örgütü silah kullanarak (zehir TCK’nın 6. maddesi anlamında bir silahtır) yüzlerce kişiyi öldürmüştür. Ancak, amacı dikkate alınarak bu örgüte “silahlı örgüt” denilemez, belki “silah kullanan terör örgütü” denebilir. Yani terör örgütleri silahlı veya silahsız olabilir, ancak silahlı örgüt için silah zorunlu unsurdur.

TMK, TCK’ya göre özel bir kanun ise de; TMK’nın 7/1. maddesindeki terör örgütü düzenlemesi TCK’daki silahlı örgüt (çete) düzenlemesine göre genel bir düzenlemedir. Özellikle amaç suç bakımından TMK’da ki düzenleme daha geniş kapsamlıdır. Zira TCK, silahlı örgütlerin amaç suçlarını somut olarak ve yasa maddeleri ile belirlemiştir (TCK’nın 302, 309, 311 ve 312. maddeleri gibi). Bu amaç suçlarla korunan değerler Devletin birliği ve ülkenin bütünlüğü, Anayasa, Meclis ve Hükümettir. TMK ise terör örgütlerinin sadece amaçlarını “hukuki değerler” olarak belirlemiş, ancak amaç suçlarını göstermemiştir. Terör örgütlerinin hedef aldığı değerler Cumhuriyetin nitelikleri, Devlet otoritesi, Devletin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve sağlığı şeklinde TMK’nın 1. maddesinde sayılmıştır ve bu değerleri güvence altına alan her suç terör örgütlerinin amaç suçu olabilir. Bu nedenle, silahlı örgütlerin amaç suçları sınırlı ve belirli iken terör örgütlerinin amaç suçları belirsizdir ve daha geniş kapsamlıdır. Silahlı örgütlerin amaç suçları da, TMK’nın 1. maddesinde sayılan değerleri korumaya yönelik olduğundan, silahlı örgütler de bir çeşit terör örgütüdür.

Bu açıklamalar ışığında CGK kararını silahlı örgüt bağlamında değerlendirmek gerekirse;  

1.  Kararda, suç örgütleriyle ilgili açıklamalar yapıldıktan sonra "terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir" ifadesi kullanılarak terör örgütlerini suç örgütlerinden ayıran hususun “bu ideolojik amaç” olduğunu belirtmiştir. Bu doğru fakat eksik bir tespittir. Ayrıca, suç örgütleri ile terör örgütleri arasındaki çok önemli bir farka gerek 16. Ceza Dairesi ve gerekse de CGK kararında yer verilmemiştir. Şöyle ki; Avrupa Birliğine uyum sürecinde 2003 yılında 6. uyum paketi kapsamında TMK’nın 1. maddesindeki terör tanımı 4928 sayılı Kanun ile değiştirilmiş ve "her türlü eylemlerdir" ifadesi "her türlü suç teşkil eden eylemler” şeklini almıştır. Bu değişikliğin iki önemli sonucu vardır.

Birincisi; “suç işlenmesi” terör kavramının zorunlu unsuru yapılmıştır. Bir eylemin terör eylemi olarak kabul edilebilmesi için eylemin mutlaka ceza mevzuatında düzenlenen bir "suç" olması gerekir. Yani suç sayılmayan bir eylem terör, suç işlemeyen bir örgüt terör örgütü ve suç işlemeyen bir kişi de terörist değildir.

TCK'nın 220. maddesine göre bir yapılanmanın "suç örgütü" olarak kabul edilebilmesi için suç işlemesi gerekmez. Suç işleme amacının olması yeterlidir. Ancak, 2003 yılında yapılan bu değişiklikten sonra bir yapılanmanın "terör örgütü" olarak kabulü için suç işleme amacının yanında mutlaka amaca yönelik bir "suç" da işlemesi gerekir.

Bu değişikliğin ikinci sonucu; bir yapılanmanın “terör örgütü” olup olmadığı sadece kesinleşmiş yargı kararı ile tespit edilir. Zira bir eylemin Türk ceza mevzuatına göre "suç" teşkil edip etmediğine sadece yargı mercileri karar verebilir. Bu nedenle, yasama veya yürütmenin ya da bunlara bağlı kurumların (MGK gibi) bir yapılanmayı kesinleşmiş yargı kararından önce "terör örgütü" olarak kabul etmesi veya açıklamasının hiç bir hukuki değeri yoktur.

Suç örgütleri ile terör örgütleri arasındaki bu farka CGK kararında hiç değinilmediği gibi 16. Ceza Dairesinin kararındaki terör tanımında, yasa metnindeki “her türlü suç teşkil eden eylemlerdir” ifadesine hiç yer verilmemiştir. 

2. CGK kararında; "TCK'nun 314 üncü maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için TCK'nun 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda gerekli koşulların yanında aşağıda gösterilen şartlar da aranmaktadır" cümlesinde yine silahlı örgüt kavramı yerine yanlış bir şekilde "silahlı terör örgütü" kavramı kullanılmış ve silahlı örgütün suç örgütünden farklı olan yönleri “yöntem, amaç saik, elverişlilik, araç-gereç” başlıkları altında açıklanmaya çalışılmıştır. Söz konusu açıklamalardaki yanlış hususları ayrı ayrı ele almakta yarar vardır;

Kararda; "a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir" denilmiş olup silahlı örgüt ve terör örgütü kavramı aynı zannedilerek bir tanımlama yapılmıştır. Silahlı örgüt ve terör örgütlerinin yöntemleri farklıdır. Daha önceki değinildiği üzere bu tür oluşumların; silahlı mücadele, cebir şiddet ve tebliğ olmak üzere üç yöntemi vardır. TMK’nın 7/1. maddesine göre cebir ve şiddet terör örgütlerinin yöntemidir. Silahlı örgütlerin ise cebir şiddet yanında asıl yöntemi silahlı mücadeledir.

CGK, ayrıca cebir ve şiddet kullanılmasının şart olmadığını, bu tehdidin bulunmasının yeterli olduğunu kabul etmiştir. Oysa daha önce açıklandığı ve Yasanın gerekçesinde belirtildiği gibi TMK “fikirleri” değil “eylemleri” cezalandırmak amacıyla kabul edilmiştir. Cebir ve şiddet kullanılması terör örgütünün zorunlu unsurudur. Madde de "cebir ve şiddet kullanarak" ifadesiyle bu husus açıkça belirtilmiştir. Cebir ve şiddet kullanma ihtimali değil doğrudan kullanılması gerekir. CGK'nun bu kabulü 2003’te yapılan çok önemli değişikliğe tamamen aykırıdır. Zira uyum yasaları kapsamında yapılan bu değişikliğe göre cebir ve şiddet kullanmayan yapılar terör örgütü olarak kabul edilemez. Ayrıca, 2003 yılındaki düzenleme ile cebir ve şiddetin zorunlu unsur haline getirilmesi ile daha önce terör örgütü olarak kabul edilen pek çok yapılanmanın “cebir ve şiddet kullanmadıkları” gerekçesiyle “terör örgütü” niteliğini kaybettikleri Yargıtay kararları ile sabittir.[3] CGK bu kararı ile terör örgütü vasfını kaybeden bu yapılanmaları 2003 öncesi duruma geri dönerek tekrar “terör örgütü kapsamına” almıştır.   

Yine kararda; "b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 s. Kanunun birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir" denilmiş olup CGK bu ifadelerle de terör örgütü ve silahlı örgüt kavramlarını karıştırmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere, silahlı örgüt ve terör örgütü farklı kavramlar olduğu gibi amaçları da farklıdır. Kararda, silahlı örgütlerin amacı TMK’nın 1. maddesindeki amaçlar olarak gösterilse de, TMK’nın 1. maddesindeki amaçlar terör örgütleri için geçerlidir. Silahlı örgütlerin amaçları ise TCK'nın 314. maddesinde belirtilmiştir. Terör örgütlerinin amaçları, silahlı örgütlerin amaçlarını da içine alacak şekilde ve daha kapsamlıdır. Örneğin TMK’nın 1. maddesinde sayılan kamu sağlığını bozma amacı taşıyan bir örgüt silahlı örgüt olarak kabul edilemez.

Aynı şekilde kararda; "c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK'nun İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısıyla araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder. Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 s. Kanunun birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup, ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez" denilmiş olup burada da ciddi bir hata yapılarak silahlı örgütün amaç suçları terör örgütü ile karıştırılmıştır. Zira kararda, amaca matuf bir eylem gerçekleştirebilme “ihtimali” silahlı örgüt için yeterli kabul edilmiştir. Oysaki silahlı örgüt "matuf eylem" gerçekleştirme ihtimali olan değil, bunu gerçekleştiren örgüttür.

Benzer şekilde kararda; “d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması, silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir" denilerek silahlı örgüt ve terör örgütü kavramları aynı zannedilerek karıştırılmıştır. Zira silahlı örgütte silahın bulunması yeterli olmayıp bu silahın kullanılması zorunludur.

Sonuç olarak; CGK suç örgütü, terör örgütü ve silahlı örgüt kavramları arasındaki farkı anlamadan, yasa ve 100 yıllık yargı uygulamasını göz ardı ederek; silahlı örgütü, ideolojik amacı ve silahı olan bir suç örgütü olarak tanımlamıştır. Silahlı örgüt ile terör örgütü arasındaki farkı ise hiç görememiştir. Silahlı örgüt kavramını yanlış anlayan CGK, bu yanlış anlamanın bir sonucu olarak, 16. Ceza Dairesinin FETÖ/PDY adlı yapılanmayı TCK’nın 314. maddesi kapsamında silahlı örgüt kabul eden kararını onamıştır.

B. SİLAHLI ÖRGÜT KABULÜ BAKIMINDAN DEĞERLENDİRME

Ceza mevzuatımızda silahlı örgüt TCK’nın 314. maddesinde düzenlenmiş, fakat tanımı açıkça yapılmamıştır. Silahlı örgüt; aynı zamanda bir terör örgütü olduğundan, TMK’nın 7/1. ve TCK 314/3. maddelerindeki atıf nedeniyle suç örgütüne ilişkin TCK’nın 220. maddesindeki unsurlarla birlikte TCK’nın 314. maddesinde belirtilen unsurların bir araya gelmesiyle oluşan yapıdır. Söz konusu unsurların içeriği yıllar içinde Yargıtay içtihatlarıyla ortaya konulmuştur.

Silahlı örgütler, Devletin güvenliğine, ülke bütünlüğüne ve Anayasal düzene karşı ağır ve yakın zarar tehlikesi yaratan oluşumlar olup eylemleri bir tehlike suçu olarak kabul edilmiştir. Ancak, bu tehlikenin "maddi bir fiil" ile ve "ciddi" olarak ortaya çıkması gerekir. Yargı bu unsurların oluştuğunu “matuf eylem” ile tespit eder. Bir yapılanmanın amacının ne olduğuna, “amaç suça” yönelip yönelmediğine, bu amaca ulaşmaya elverişli olup olmadığına, ağır ve yakın bir zarar tehlikesi yaratıp yaratmadığına ve dolayısıyla bu yapılanmanın "silahlı örgüt" olarak kabul edilip edilmeyeceğine "matuf eylem" ile karar verilir. Matuf eylem, silahlı mücadelenin başladığının da göstergesidir. Yani matuf eylem gerçekleştiren yapılanmalar silahlı örgüt (çete) haline gelmiştir.

Yargıtay, suç teşkil eden ve vahamet arz eden eylemleri "matuf eylem" olarak kabul etmektedir. Uygulamada, özellikle kişilerin güvenliğine, hürriyetine veya hayatına yönelik eylemler matuf eylem olarak kabul edilir. Örneğin, güvenlik güçleriyle silahlı çatışma, karakol baskını, silahlı gasp, asker, polis veya sivil vatandaş öldürme veya öldürmeye teşebbüs ve hürriyeti tahdit bu tür eylemlerdendir.

2003 yılında TMK’da yapılan değişiklik sonucu gerek terör örgütlerinin ve gerekse silahlı örgütlerin nihai amaçlarına yönelik bir "suç" işlemeleri zorunlu hale gelmiştir. Silahlı örgütün ise terör örgütlerine oranla biraz daha ağır bir suç işlemesi gerekir. Bu suç ise matuf eylemin karşılığı olan matuf (vahim) suçtur. Yargıtay, 2003 değişikliğinden önce de matuf eylemin suç teşkil eden bir fiil olmasını ararken, 2003 değişikliği ile bu husus yasal bir zorunluluk haline gelmiştir. Bu nedenle, bir örgütün TCK'nın 314. maddesi kapsamında silahlı örgüt olarak kabulü için mutlaka matuf eylem (matuf suç) gerçekleştirdiğinin kesinleşmiş bir yargı kararıyla tespiti gerekir. Bunun sonucu olarak silahlı örgüt kabulü, ancak matuf eylem yargılamasında verilecek bir mahkumiyet kararıyla yapılabilir. 

Terör suçlarına bakmak üzere kurulan Yargıtay 9. Ceza Dairesinin silahlı örgüt kabulüne ilişkin pek çok kararında görüleceği üzere,[4] silahlı örgüt tespiti ve kabulü ilk matuf eylemden verilen mahkûmiyet hükümlerinin temyiz incelemesinde yapılmıştır. Yargıtay, bu kararlarında matuf suçtan verilen mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına karar verirken, yerel mahkemenin “silahlı çete” kabulünü tasdik ettiğini ve bu tasdiki yaparken de örgütün "amaca yöneldiğinin ve ciddi tehlike doğurduğunun, vahim nitelikte eylemler gerçekleştirmesi nedeniyle anlaşıldığını” belirtmiştir. Yine, kararlarda bu yapılanmaların gerçekleştirdiği matuf (vahim) eylemler tek tek yazılmış, tarih, mağdur, maktul ve sanıklar belirtilerek, bu eylemleri gerçekleştiren örgütün "silahlı örgüt olarak kabulü isabetlidir" denilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında, kararın Gülen hareketinin silahlı örgüt olarak kabulüne ilişkin kısmını değerlendirmek gerekirse;

CGK kararında, Gülen hareketinin “Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan bir silahlı terör örgütü” olduğu belirtilmiş ve bu kabul yapılırken şöyle denilmiştir; "Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatlarıyla hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir.

“…Amacının Anayasada öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları, Emniyet Genel Müdürlüğünün örgüt hakkındaki raporu gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;"

"...Tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK'nun 314 üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör örgütü olduğu izahtan varestedir."

CGK, silahlı örgütün varlığı için cebir ve şiddet kullanımı zorunlu olmasına rağmen; “Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuk” diyerek cebir ve şiddet olmasa bile böyle bir ihtimalin varlığını yeterli görmüştür. Aynı şekilde, silahlı örgütün “baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini” uygulaması zorunlu iken, asker ve polisin var olan yetkisinin bu sonucu doğurduğunu belirterek yasanın hükmüne açıkça aykırı bir değerlendirmede bulunmuştur.

Yine, silahlı örgüt için zorunlu olan silah kullanımı için “örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması yeterli” denilerek, silah kullanım zorunluluğu göz ardı edilmiş ve silah kullanma ihtimalinin bulunması yeterli görmüştür. Yani, Gülen hareketinin silahlı örgüt olarak kabulünde, bu yapılanma tarafından cebir ve şiddet, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birinin ve silah kullanılması yasal zorunluluk olmasına rağmen, kullanılma ihtimalinin varlığı yeterli görmüştür.

Ayrıca, Gülen hareketinin Emniyet ve TSK'da yapılandığını ve zorunlu olan bu üç unsurun asker ve polisin doğasında var olan cebir ve şiddet ve silah kullanma yetkisinden kaynaklandığı kabul edilmiştir. Oysa ki karar tarihi itibarıyla “bu örgütün üyesi olduğu kabul edilen ve cebir şiddet ya da silah kullanarak eylem yapan ve hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunan Emniyet veya Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu” bulunmamaktadır.

Aslında zorunlu olan bu üç unsurun gerçekleşmediğinin farkında olan CGK “15.07.2016 tarihinde örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir" ifadesini karara ekleyerek, 15/7/2016 tarihli olayları da esas aldığını açıkça ortaya koymuştur. Ancak, CGK’nın silahlı örgüt kabulünde 15/7/2016 tarihinde gerçekleşen eylemleri esas alması hukuken mümkün değildir. Zira ceza yargılaması suç tarihi esas alınarak yapılır ve iddia edilen suçun oluşup oluşmadığı suç tarihi itibarıyla değerlendirilir. Karara konu silahlı örgüt üyeliği suçu bakımından suç tarihleri 30/04/2015 ve 01/05/2015'dir. Dava tarihi ise 18/11/2015'dir ve bu tarihlerden sonra gerçekleşen olaylar hükme esas alınamaz.[5]

CMK'nın kabul ettiği sisteme göre mahkemece ilk oturumda hüküm verilmesi esastır. Mahkemece ilk oturumda karar verilmiş olsaydı 15/7/2016 tarihli olaylar hükme esas alınamayacaktı. Aynı şekilde, yargılamanın uzaması nedeniyle suç tarihinden sonra gerçekleşen olayların da hükme esas alınması mümkün değildir. Ayrıca, CGK'nın karar tarihinde 15/7/2016 tarihli "matuf eylem yargılamalarının" bir kısmı devam etmektedir ve bir kısmı hakkında hüküm verilse bile bunlar kesinleşmemiştir. CGK, derdest olan davaları sanki kesinleşmiş gibi kararına esas alarak “15 Temmuz vahim eylemlerinin” bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiğini kabul etmiş ve yine “15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip, bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü” diyerek 15/7/2016 tarihli vahim eylem yargılamalarındaki sanıkları ve bu yapılanmayı peşinen mahkum etmiştir. CGK gibi bir merciinin hukukun en temel ilkesi olan masumiyet karinesi ihlal ederek varsayım ve önyargıyla karar vermesi büyük bir talihsizliktir. Kaldı ki 16. Ceza Dairesi bile kararında bu hususu açıkça kabul eden ifadelerden kaçınmıştır.

Gerek 16. Ceza Dairesi ve gerek CGK kararında 15/7/2016 tarihli eylemler dışında bu yapılanma tarafından gerçekleştirilen “matuf”, “silahlı” veya “cebir şiddet içeren” hiç bir eylem gösterilmediği gibi söz konusu yapının “hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemler” kullandığı belirtilmiştir. Ancak, silahlı örgütler aynı zamanda suç örgütü ve terör örgütü olduklarından, her ikisinin zorunlu unsurlarını bünyesinde barındırmalıdır. Yani silahlı örgüt kabulünde; suç tarihi itibarıyla TCK’nın 220. maddesindeki suç örgütü ve TMK’nın 7/1. maddesindeki terör örgütünün unsurları ile birlikte TCK’nın 314. maddesindeki unsurların bir arada bulunduğunun kararda gösterilmesi gerekir. Başka bir ifadeyle, örgütün amacı ve amaç suçu, dolayısıyla TCK'nın 302, 309, 311 ve 312. maddelerindeki suçlardan birini işlemek üzere bir araya gelindiği, en az üç kişiden oluştuğu, hiyerarşik yapısı, elverişli olduğu, temadi ettiği, cebir ve şiddet kullandığı, baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden birini uyguladığı, suç işlediği, silahlı olduğu, vahim eylemi ve matuf suçu, kısaca tüm unsurları tamamlanmış bir yapılanma olduğu kararda tespit edilmelidir.[6]

Ancak CGK kararında, silahlı örgüt için cebir-şiddet ve silah kullanılması zorunlu olmasına rağmen, kullanılma “ihtimali” yeterli kabul edilmiş, bu yapılanma tarafından “suç işlendiğine” dair kesinleşmiş bir yargı kararına ve örgütün “silah-suç-elverişlilik” unsurlarını gösteren “matuf” herhangi bir eylemine yer verilmemiştir.

CGK aslında bu zorunlu unsurların suç tarihi itibarıyla bu yapılanmada bulunmadığının farkındadır. Zira kararda, suç tarihi itibariyle mevcut delillerin yeterli olduğu belirtilmesine rağmen, sık sık 15/7/2016 tarihli olayların da bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiğine ve “yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi şehit edilmiştir" gibi ifadelere yer verilmiştir. Yine, CGK bu yapılanmanın amacı gerçekleştirmeye elverişli olduğunu ve amaca yönelik matuf eylem gerçekleştirdiğini kabul etmesine rağmen, “halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği” şeklindeki ifadelere yer vererek 15/7/2016 tarihli olayları esas aldığını ortaya koymuştur. 

Tüm bunlar, suç tarihi itibariyle mevcut delillerin silahlı örgüt bakımından yetersizliğini CGK’nın da kabul ettiğini ve bu nedenle de silahlı örgüt kabulünde 15/7/2016 tarihli olayları esas aldığını göstermektedir. Oysaki bu eylemler, suç tarihinden sonra gerçekleştiği gibi yargılamaları da halen devam etmektedir. Başka bir deyişle, 15/7/2016 tarihli “matuf eylemlerin” bu yapılanma tarafından gerçekleştirildiğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı CGK’nın karar tarihi itibarıyla yoktur. Buna rağmen, CGK 15/7/2016 tarihli olayların Gülen hareketi tarafından gerçekleştirildiğini kararına yazabilmiştir.[7]  

SONUÇ

Silahlı örgüt kabulü bir “matuf eylem” yargılamasında verilecek mahkumiyet hükmü ile yapılabilir. Yargıtay 16. Ceza Dairesi bu dosyada matuf eylem yargılaması (Hükümete karşı suç-TCK md. 312) yapıp bu suçtan beraat kararı vermesine rağmen, silahlı örgüt kabulü yapmıştır. Ancak, yasa ve yerleşik Yargıtay içtihatları gereğince, matuf eylem yargılaması yapılmayan ve matuf suçtan mahkumiyet kararı verilmeyen yargılamalarda silahlı örgüt kabulü yapılamaz. Zira matuf eylem gerçekleştirildiği tespit edilemeyen yargılamalarda "silahlı örgüt olduğu iddia edilen" yapılanmanın "amaca yöneldiği", "elverişli" olduğu ve "yakın ve ciddi tehlike oluşturduğu" hususları da tespit edilemez.

CGK, silahlı örgüt kabulünde matuf eyleme dayanıp dayanmadığını açıkça belirtmemiştir. Kararda “matuf” sayılabilecek türden gösterilen tek eylem 15/7/2016 tarihli olaylardır. Eğer, CGK silahlı örgüt kabulü için matuf eylemin gerekli olmadığını düşünüyorsa bu düşünce yasal değildir. Eğer, matuf eylem gereklidir ve 15/7/2016 tarihli eylemleri esas aldım derse bu da hukuken bu mümkün değildir.  

Tüm bu açıklamalar ışığında; karara gerekçe yapılan tespitlerin, suç tarihinden sonra meydana gelen olaylar, devam eden idari soruşturmalar, kesinleşmeyen mahkeme kararları, kaynağı gösterilmeyen iddialar ve varsayımsal kabuller ile yapıldığı görülmektedir.


[1]          Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3 E., 2017/3 K. sayılı kararı.

[2]          Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 T., 2017/16. MD-956 E., 2017/370 K. sayılı kararı.

[3]          Pakistan kökenli olan Tebliğ Cemaati Örgütü’nü terör ve şiddet yöntemlerine başvurmadığı için “terör örgütü” olarak kabul etmeyen ve sanıklar hakkında beraat kararı veren yerel mahkeme hükmü Yargıtay’ca onanmıştır. (Adana 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin (DGM) 07/02/2001 T., 2000/244 E., 2001/28 K. sayılı beraat kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 04/10/2001 T., 2001/2146 E., 2001/2472 K. sayılı kararı ile onanmıştır; Malatya 2 nolu DGM’nin 2000/134 E., 2001/15 K. sayılı beraat kararı Yargıtay 9. Ceza Dairsinin  11/12/2001 T., 2001/2765 E., 2001/3149 K. sayılı kararı ile onanmıştır.

Yine, Kadıyanilik (Ahmediye Cemaati) nin terör yöntemini kullanmaması nedeniyle terör örgütü olarak kabul edilemeyeceğine dair sanıklar hakkında verilen İstanbul 4 nolu DGM’nin 09/6/2003 T., 2002/141 E., 2003/100 K. sayılı beraat kararı Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 23/02/2004 T., 2004/320 E., 2004/463 K. sayılı kararı ile onanmıştır.

Aynı şekilde, Komünist İşçi Birliği adlı oluşumun terör yöntemlerine (baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme, tehdit) başvurmaması nedeniyle terör örgütü niteliğinde bulunmadığını kabul eden Yargıtay, bu oluşumun mensupları hakkında verilen mahkûmiyet hükümünü bozmuştur. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 27/6/1995 T., 1995/3218 E., 1995/4415 K. sayılı kararı.

Benzer şekilde, Kürdistan Sosyalist Partisi adlı oluşum hakkında Emniyet Genel Müdürlüğünün “son olarak silahlı mücadeleyi benimser şekilde görüş değiştirdiği”ne dair yazısı nedeniyle bu oluşumu silahlı örgüt kabul eden mahkeme kararı Yargıtay’ca bu hususa ilişkin kanıtlar ortaya konulamadığı için bozulmuştur.  Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 11/4/2002 T., 2002/662 E., 2002/804 K. sayılı kararı.

[4]          Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 05/7/1996 T., 1996/1935 E., 1996/4324 K., (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (DHKP/C);  27/10/1999T., 1999/245 E., 1999/3449 K., (THKP/C - DEV-SOL Silahlı Devrimci Birlikler (SDB); 28/02/2002 T., 2001/2696 E., 2002/431 K. (İslami Hareket) sayılı kararları.

[5]          ÖZGENÇ İzzet, Suç Örgütü, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2018, s.107.

[6]          ÖZGENÇ, s.107.

[7]          ÖZGENÇ, s.105.

Yorumlar