Anayasa
Mahkemesi (AYM), 2003 yılında TMK’da yapılan değişikliğe rağmen Yargıtay’ın terör
örgütü kabul etmeye devam ettiği Hizb-ut Tahrir üyesi olduğu iddiasıyla
cezalandırılan bir sanığın yaptığı bireysel başvuru da, yerel mahkeme kararın
gerekçesini yeterli bulmayarak adil yargılanma hakkının ihlaline hükmetmiştir.[1]
AYM ihlal kararında şu hususlara yer vermiştir;
“…Eldeki başvuruya
ilişkin mahkeme kararlarında da önceki mahkeme kararlarında da Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edilmesine
ilişkin olarak ilgili ve yeterli bir değerlendirme
yapılmamıştır (P.59).
Başvurucu
tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna
etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya
cevapsız bırakılmış ya da bunlara ilgili
ve yeterli bir yanıt verilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin
tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince
açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve
tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir
ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır (P.60).
Somut
olayda başvurucu tarafından ileri sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme
ihtimali bulunan iddiaların dikkate alınmaması ve gereği gibi
değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan
adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine
karar verilmesi gerekir (P.62).
Karardan da anlaşılacağı üzere AYM, 20
yıldır terör örgütü olarak kabul edilen Hizb-ut Tahrir’in, terör örgütü kabulünün
tekrar tartışılmasını ve bir nevi yerel mahkemeden bu kabulü kaldırmasını
istemiştir. Acaba AYM, aynı cesareti Gülen hareketi mensuplarının başvurularında
da gösterebilecek midir? Zira Hizb-ut Tahrir örgütü için
yazdığı aşağıdaki gerekçeleri Gülen hareketi için bugüne kadar hiç
yazamamıştır.
1. Başvurucunun; “nihai amacımız hilafet devleti kurmak olsa da bu oluşum bir terör
örgütü değildir” şeklindeki savunmasının gerekçeli olarak karşılanmadığını
söyleyen AYM;[2]
Yargıtay tarafından daha üç yıldır terör
örgütü olarak kabul edilen Gülen hareketiyle ilgili yargılamalardaki sanıkların
“anayasal düzeni ortadan kaldırmak
amaçlarının bulunmadığı, hizmet hareketinin bir terör örgütü olmadığına”
ilişkin savunmalarının karşılanmadığını söyleyememiştir.
2. Yargıtay’ın 2001 yılında terör örgütü
kabul edip 20 yıldır istikrarlı şekilde bu kabulü sürdürdüğü Hizb-ut Tahrir ile
ilgili bu kabulün yeniden tartışılmasını isteyen AYM,
Konu Gülen hareketi olunca, Yargıtay’ın
3 yıl önce verdiği, ancak onlarca usul ve esas hatasıyla dolu hukuka aykırı
örgüt kabulünün tekrar tartışılmasını isteyememiştir.
3. Mensupları hakkında 20 yıldır yüzlerce kez
terör örgütü üyeliğinden mahkumiyet kararları verilen Hizb-ut Tahrir ile ilgili
başvuruda; başvurucu hakkındaki soruşturma
ve yargılama süreçlerinde bahse konu örgütün ideolojisi, savunduğu fikirler ve
eylem tipi değerlendirmeye tabi tutulmamış; önceki mahkeme kararlarında Hizb-ut Tahrir'in bir terör örgütü olarak kabul edildiği
olgusundan hareket edilerek başvurucunun söz konusu örgütün üyesi olup olmadığı
üzerine yoğunlaşılmıştır (P.36)” diyerek, yerel
mahkemenin; Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olduğu olgusundan hareket etmesini
ve Hizb-ut Tahrir’in terör örgütü olup olmadığı hususunu tekrar
değerlendirmeden sadece sanığın bu
örgütün üyesi olup olmadığı noktasına yoğunlaşmasını eksiklik olarak gören AYM;
Gülen hareketiyle ilgili olarak; Yargıtay’ın
üstelik ilk derece mahkemesi olarak verdiği tek bir kararla yapılan silahlı
örgüt kabulünün esas alınıp, yalnızca Gülen
hareketine mensup olduğu için on binlerce kişinin mahkum edilmesine ve mahkumiyet
kararlarında da, bu kişilerin sadece Gülen hareketi mensubu olup olmadıklarına
bakılmasına ses çıkarmamaktadır.
4.Hizb-ut Tahrir kararında, başvurucunun;
“Hizb-ut Tahrir'in terör örgütü kabul
edildiği emsal kararda, “somut eylemin” örgüt kabulüne esas alınması gerekirken,
örgütün amacı gibi hususların esas alındığına” ilişkin savunmalarının
karşılanmadığını kabul eden AYM,[3]
Gülen hareketinin silahlı örgüt olarak kabul
edildiği 16.Ceza Dairesinin kararında, somut eylem olarak iki hakimin verdiği
kararlar yerine, bu yargılamayla ilgisi olmayan 15 Temmuz eylemlerinin örgüt
kabulüne esas alınmasına acaba ne diyecektir?
5. 2009’da Hizb-ut Tahrir’e ait 1 adet
uzun namlulu silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca
ele geçirildiğini, örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet yürütmeye psikolojik
olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları hâlinde
silahlanabileceklerini değerlendiren Emniyet Genel Müdürlüğü raporuna itibar
etmeyen AYM,[4]
Gülen hareketi ile ilgili yargılamalarda,
MİT veya Emniyet Genel Müdürlüğünden gelen her raporu ve değerlendirmeyi mahkemelerin mutlak hakikat ve kesin delil olarak
kabul etmelerine neden ses çıkarmamaktadır?
6. Hizb-ut Tahrir’e ait hücre evlerinde çok
sayıda silah ele geçirildiğini kabul eden, ancak ele geçen silahların somutlaştırılmadığını
ve mevcut yargılamayla ilgisinin kurulmadığını, silahlara ilişkin soruşturma ve
kovuşturmanın akıbetinin araştırılmadığını ve silahların Hizb-ut Tahrir
yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığının tartışılmamasını eksiklik
olarak gören AYM,[5]
2015 yılında başlayan ve esas olarak
iki hakimin görevi kötüye kullanma suçundan yargılandığı bir davada, iddianame konusu olmayan ve olması da
mümkün bulunmayan 15 Temmuz 2016 tarihli olaylar ve bu olaylarda kullanılan silahlar
ile mevcut yargılamanın ilgisinin nasıl kurulduğunu, bu silahlara ilişkin
soruşturma ve kovuşturmaların akıbeti belli değilken ve 15 Temmuz yargılamaları
devam ederken, bu silahlarla Gülen hareketinin bağlantısının nasıl kurulabildiğini
sorgulamamış ve bu durumu eksiklik olarak görmemiştir.
7.Hizb-ut Tahrir’in nihai amacının
hilafet devleti kurmak yani, anayasal düzeni değiştirmek olduğunu bildiğini, bu
amacı bilerek ve isteyerek Hizb-ut Tahrir’e katıldığını ve bu amaca erişmek
için faaliyet yürüttüğünü kabul eden başvurucu hakkındaki mahkumiyet
gerekçesini yeterli bulmayan AYM,
Gülen hareketi ile ilgili yargılamalarda;
anayasal düzeni değiştirmek gibi bir
nihai amaçlarının olmadığını, böyle gizli bir amaç varsa dahi bilmediklerini ve
Gülen hareketi olarak adlandıran sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarını belirten
sanıkların mahkumiyet gerekçelerini hiç sorgulamadığı gibi bu gerekçeleri gayet
makul ve yeterli bulmuştur.
8.Yargıtay’ın, Hizb-ut Tahrir’i 20
yıldır terör örgütü kabul ettiğini bildiğini, bu kabulü bilerek ve anayasal
düzeni değiştirmek amacıyla bu oluşuma girdiğini ve Hizb-ut Tahrir’in
İslam'ın bütün kurum ve kurallarıyla yeryüzünde egemen olması için hilafet
devletini kurma amacını taşıyan, kökten değişimci (radikal) bir örgüt olduğu
konusunda bir itirazı bulunmadığını (P.46)” belirten başvurucu hakkındaki mahkumiyet
gerekçelerini yeterli bulmayan AYM,
Yargıtay’ın 2017’de Gülen hareketini
terör örgütü kabul etmesine rağmen, Gülen
hareketi mensuplarının bu tarihten önceki yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle
yargılanmalarını görmezden geldiği gibi; Yargıtay’ın kabulünden önce de bu oluşumun
terör örgütü olduğunu ve yargının bile çok gizli olduğunu ve çok az sayıda
kişinin bildiğini söylediği nihai amaçtan bu kişilerin haberdar olduklarını
kabul eden yerel mahkeme gerekçelerini yeterli bulmuştur.
9.Hizb-ut Tahrir Türkiye Vilayeti Resmî
Sözcüsü olan ve Anayasa’nın Cumhuriyete ilişkin değiştirilemez maddelerine
rağmen hilafet devleti getirmek amacıyla örgüt adına bildiri
hazırlayarak internete koyduğunu kabul eden sanığın faaliyetlerini terör örgütü üyeliği için yeterli bulmayan AYM,[6]
Gülen hareketiyle ilgili yargılamalarda;
bankaya para yatırma, çocuğunu özel okula
gönderme, burs verme, sendikaya üye olma, gazete aboneliği gibi yasal
faaliyetlerin terör örgütü üyeliğine gerekçe yapılmasına sessiz kalmıştır.
10.2009
yılında çok sayıda silah ele geçirilse de, kurulduğu 1967 yılından 2016 tarihli
son EGM raporuna kadar silahlı eyleme karışmadıkları için Hizb-ut Tahrir ile ilgili terör
örgütü kabulünü gerekçesiz bulan AYM,[7]
Gülen hareketinin 1966’dan 15/7/2016’ya
kadar silahlı hiçbir eyleme karışmadığı Yargıtay tarafından da kabul edilmesine
rağmen, 16. Ceza Dairesi ve Ceza Genel Kurulu’nun
bu tarihten önceki MİT krizi, 17/25 operasyonları ve MİT tırları gibi olaylar
ile MGK, Devlet ve Hükümet yetkililerince yapılan açıklamaları Gülen hareketinin
silahlı örgüt kabulünde esas almasına ses çıkarmamıştır.[8]
11.Nihai
amacı hilafet devleti kurmak olan Hizb-ut
Tahrir için; “iktidarın meşru
yollarla değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak
gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar
gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha özenli
yapmaları beklenir” diyerek çok ince hassasiyet gösteren AYM,[9]
Gülen hareketinin yargı tarafından terör
örgütü kabul edilmesinden önce bazı kamu makamları (MGK, EGM, MİT), devlet ve
hükümet yetkililerince yapılan özensiz açıklamalara ve bu açıklamaların başta
kendisi olmak üzere, 16. Ceza Dairesi ve
Ceza Genel Kurulu tarafından da dikkate alınmasına karşı aynı hassasiyeti hiçbir
şekilde göstermemiştir.
12. Hizb-ut Tahrir’in silahlı bir örgüt
olmadığını, dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi
gerçekleştirmediğini ve 1967 yılından beri silahlı eyleme karışmadığını belirten
başvurucunun bu savunmalarının karşılanmadığını kabul eden AYM,[10]
Gülen hareketi mensuplarının, “FETÖ/PDY”
adı verilen bir terör örgütüne değil, Gülen
hareketi adlı sivil toplum kuruluşuna mensup olduklarına, bu oluşumun da şiddet
yanlısı olmadığına ve 1966’dan beri Türkiye’de ve Dünya’da hiçbir şiddet
eylemine karışmadıklarına ilişkin savunmalarının karşılandığını kabul etmiştir.
13.
Hizb-ut
Tahrir'in terör örgütü kabulünde; örgütün çok sayıda silaha sahip olmasının değil;
“silahlı eyleme karışıp karışmadığı ve şiddet
yöntemlerine başvurup başvurmadığı” olgusunun değerlendirilmesi gerektiğini
belirten AYM,[11]
Gülen hareketinin terör örgütü
kabulünde; “cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin bir ihtimalin” yeterli
olduğunu kabul ederek; “Emniyet ve TSK birimlerinin
doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve
korkutuculuk” ile “silahlar üzerinde
gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması” şeklindeki 16. Ceza Dairesi
ve Ceza Genel Kurulu’nun gerekçelerini makul ve yeterli bulmuştur.[12]
14.Hizb-ut Tahrir kararında; suçun
hukuka aykırılık, maddi ve manevi unsurlarına ilişkin iddiaların uygun bir
şekilde değerlendirilmemesini ve bazı şablon ifadelere yer verilmesini gerekçeli
karar hakkının ihlali kabul eden AYM,[13]
Gülen
Hareketi söz konusu olunca;
-Suçun manevi unsurunun hiç
değerlendirilmemesini veya “bilmesi gerekir” gibi varsayımlarla bu
unsurun varlığını kabul eden gerekçeleri,
-15 Temmuz olaylarına ilişkin şablon değerlendirmeleri kopyala yapıştır şeklinde
yazarak Gülen hareketinin tüm mensuplarına mal eden gerekçeleri,
-Suçun maddi unsuru olan hiyerarşik
yapıya dahil olmayı; “Bylock kullanıyorsa
dahildir, Bank Asya’ya para yatırmışsa dahildir, dernek üyesiyse dahildir” gibi
basmakalıp ifadeler bağlayan gerekçeleri
ve
-Tatbikata gittiğini sanarak hareket
eden askeri öğrencilerin içinde bulunduğu hukuka
uygunluk nedenlerini göz ardı eden gerekçelerini yeterli görmektedir.
15.Hizb-ut
Tahrir kararında; ilk derece
mahkemelerinden terör örgütünün varlığını veya sanıkların örgütle olan
ilişkilerini ikna edici biçimde değerlendirmelerini isteyen AYM;
Gülen
Hareketi söz konusu olunca; “ankesörle
aranmayı, çocuklarını okula göndermeyi ya da cüzdanında 1 dolar bulunmasını”
örgütle ilişki kabul eden mahkeme gerekçelerini ikna edici bulmuştur.
16.Hizb-ut
Tahrir kararında; yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların
dikkate alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesini adil yargılanma hakkı kapsamında
gerekçeli karar hakkının ihlali olarak kabul eden AYM,[14]
Hukuka aykırı olarak
elde edildiği Ceza Genel Kurulu’nun 20/12/2018
tarihli kararıyla[15]
da itiraf(!) edilen Bylock ve TCK’nın
138. maddesi gereğince suç oluşturacak şekilde saklanan iletişim bilgilerinin
hukuka aykırı delil olduğuna ilişkin iddiaları hiç dikkate almamıştır. Acaba, “hukuka aykırı delillerin hükme esas
alınması, yargılamanın sonucunu değiştirmez” şeklinde hukuka aykırı bir düşünceye
mi sahiptir?
17.Hizb-ut
Tahrir ile ilgili başvuruda; “adil bir
muhakeme bakımından asıl önemli hususlardan biri tarafların adaletin işleyişine
olan güveni”dir diyen AYM (P. 61),
Gülen hareketi söz konusu olunca; dünyada
eşi benzeri görülmemiş şekilde 1 milyon kişiye “FETÖ/PDY” soruşturma ve kovuşturması açarak hukuka ve adalete olan
güveni sıfırlayan yargıya ses çıkarmamıştır.
18. Hizb-ut Tahrir'e ait
yayınlarda zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere ve yasalara
aykırı olan ve dış dünyaya yansıyan suç teşkil eden bir davranışa
rastlanmadığını belirterek, 20 yıldır Yargıtay’ın terör örgütü kabul ettiği bu
yapının örgüt olup olmadığının yeniden araştırılmasını isteyen AYM,[16]
İlahiyat camiasının zamanında referans
gösterdiği ve insanların kütüphanelerinde bulundurdukları tefsir, hadis ve dua
kitapları, hiçbir şiddet içermemelerine rağmen, emniyet müdürlüklerince örgütsel
doküman olarak basına servis edilmesiyle ilgili her hangi bir hak ihlali bulmamıştır.
(P53)
29. Hizb-ut
Tahrir’in; “Türkiye'de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı
olması durumunda bile silaha başvurmayacaklarını ve şiddeti bir yöntem olarak
benimsemedikleri” şeklindeki açıklamasını dikkate alarak, terör örgütü üyeliğinin
yeniden tartışılmasını isteyen AYM (P.53),
Hayatları boyunca hiçbir şiddet eylemine
karışmamış ve ellerine bir kez bile
silah almamış kişilere ters kelepçe takılarak TV ekranlarına ve basına silahlı
örgüt üyesi olarak servis edilmelerinde de, örgüt ve örgüt üyeliği
kavramlarının yeniden tartışılmasını isteyebilecek midir?
Sonuç
AYM’nin bu kararından anlaşılması
gereken şudur; her şey konjonktüre bağlıdır ve AYM
daha önce verdiği kararlarının tam zıddını her zaman verebilir. Zira 20
yıldır terör örgütü kabul edilen
Hizb-ut Tahrir için örgüt kabulünü tekrar tartış ve gerekirse kaldır demiştir
ve Gülen hareketi için de aynı şeyleri söylemesi pekala mümkündür. Bu nedenle,
ümitsizliğe düşmeden hukuki mücadele devam ettirilmelidir. Çünkü ortada hukuken
verilmiş bir silahlı örgüt kararı olmadığı gibi bu örgütün mensubiyeti olma
suçu da yoktur. Şeklen verilen, ancak için de onlarca usul ve esasa ilişkin
hata barındıran örgüt kabul kararı ise hukuk geri geldiğinde ilk önce çöp
olacaktır.
Burada bir konunun izahın da fayda vardır. TMK'da 2003'te yapılan değişikliklerden sonrası Hizb-ut Tahrir’in “terör örgütü” olarak kabulü doğru değildir ve bu konuya ilişkin geniş açıklama kitabımızda mevcuttur. AYM'nin Hizb-ut Tahrir konusundaki ihlal kararı ve gerekçeleri ise doğrudur. Yanlış olan Yargıtay'ın bu konuda verdiği karardır. Eleştirdiğimiz husus; AYM'nin Hizb-ut Tahrir için hukukun gereğini yaparak Yargıtay kararını dikkate almayıp, konu Gülen hareketi olunca Yargıtay'ın bir tane tartışmalı kararına mutlak doğru muamelesi yapmasıdır. Doğru olan, AYM'nin Hizb-ut Tahrir kararında ortaya koyduğu ilke ve gerekçelere tüm dosyalarda yer vermesidir.
[1] AYM’nin
Yılmaz Çelik kararı, B.No: 2014/13117, 19/7/2018.
[2] 11.
Başvurucu; yargılamanın aşamalarında Hizb-ut Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt
adına bildiri hazırlayarak internete koyduğunu kabul etmiştir. Başvurucu, örgüte
isnat edilen dokümanların sorumluluğunu kabul etmemiştir. Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı bir örgüt olmadığını,
dünyanın hiçbir yerinde herhangi bir şiddet eylemi gerçekleştirmediğini, cebir,
şiddet veya baskı yöntemini benimsemediğini, resmî kurumların da bunu bildiğini
ifade etmiştir. Başvurucu, savunmasında Hizb-ut
Tahrir örgütünün amacının İslam coğrafyasında hilafetin tekrar tesisini
sağlamak olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, düşüncelerini şiddete başvurmadan ve
bilhassa basın yolu ile yaymaya çalıştıklarını ifade etmiştir.”
[3] 33.
Başvurucu; Hizb-ut Tahrir'e üye olduğu gerekçesiyle cezalandırıldığını,
anılan oluşumun şiddet yanlısı bir örgüt olmadığı için terör örgütü
sayılamayacağını ileri sürmüştür. Başvurucunun iddiaları şu şekilde özetlenebilir:
i.
Başvurucu; Hizb-ut Tahrir hakkında pek çok bilimsel çalışma yapıldığını,
örgütün hiçbir şiddet ve terör eyleminde bulunmadığını ve cihat kavramını
silahlı mücadele olarak değerlendirmediğini belirtmiştir. Başvurucuya göre
açılan kamu davalarında örgütün zor ve şiddet kullandığına ilişkin herhangi bir
somut kanıt elde edilememiştir. Hizb-ut Tahrir hakkındaki ilk karar olan
Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19/4/2004 tarihli kararı daha sonraki kararlara
emsal oluşturmuş ise de bu kararda Yargıtay, somut eylemi değil örgütün amacını
gözeterek sonuca ulaşmıştır.
[4] 23. Emniyet Genel Müdürlüğünden Hizb-ut Tahrir örgütünün silahlı terör örgütü olarak kabul
edilmesine dayanak olan bilgi ve belgeler ile mahkeme kararları Anayasa
Mahkemesince istenmiştir. 24/2/2017 tarihli kapsamlı raporda özetle aşağıdaki
hususlara değinilmiştir:
vii. Örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı 1967
yılından raporun hazırlandığı tarihe kadar geçen süre içinde örgüt, silahlı
eyleme karışmamıştır. Örgüte yönelik gerçekleştirilen soruşturma ve
kovuşturmaların tamamının örgüt propagandası yapma, örgüte eleman kazandırmak
için çalışma, örgütsel dokümanları basma ve dağıtma, örgüt adına internet
üzerinden yayın yapma, örgütsel toplantılar yapma suçlamaları nedeniyle yürütüldüğü
anlaşılmaktadır. 2009 yılında yapılan bir operasyonda 1 adet uzun namlulu
silah, 2 adet tabanca, 5 adet tüfek ve 6 adet kuru sıkı tabanca ele
geçirilmiştir.
viii. Örgüt üyesi şahısların silahlı faaliyet
yürütmeye psikolojik olarak hazır oldukları ve uygun bir zemin bulmaları
hâlinde silahlanabilecekleri değerlendirilmektedir.
[5] 56. Bununla birlikte yukarıda alıntılanan
kararda "müstakar
içtihatların" hangileri olduğu açıklanmadığı gibi örgüte
yapılan operasyonda silah ele geçirildiği şeklindeki gerekçe de
somutlaştırılabilmiş ve mevcut yargılamayla ilgisi kurulabilmiş değildir.
Emniyet raporlarında 2009 yılında yapılan bir operasyonda bazı silahların ele
geçirildiği bildirilmiş ise de söz konusu silahlara ilişkin soruşturma ve
kovuşturmanın akıbeti, silahların Hizb-ut Tahrir
yargılamalarıyla bir ilgisinin olup olmadığı, ilgisi varsa söz konusu
silahların örgütü bir terör örgütü olarak nitelendirmeye ve başvurucuyu terör
örgütü üyesi olarak kabul etmeye elverişli olup olmadığı yönünden tartışılmamış;
başka bir mahkeme kararında tartışılmış ise o karar da gösterilmemiştir.
[6] 11.
Başvurucu; yargılamanın aşamalarında Hizb-ut
Tahrir örgütünün üyesi ve sözcüsü olduğunu, örgüt adına bildiri hazırlayarak
internete koyduğunu kabul etmiştir.
[7] 51.
Bu kapsamda emniyet raporlarına göre örgüte yönelik ilk operasyonun yapıldığı
1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı 2016 yılına
kadar geçen süre içinde anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı
anlaşılmaktadır. Örgüte yönelik soruşturma ve kovuşturmaların tamamında
yöneltilen isnat; örgüt propagandası yapmak, örgüte eleman kazandırmak için
çalışmak, örgütsel dokümanları basmak ve dağıtmak, örgüt adına internet
üzerinden yayın yapmak, örgütsel toplantılar yapmaktır.
[8] 16 Ceza Dairesi Kararı: “…Ancak bu değerlendirme yapılırken, 2012 yılı ve
sonrasında örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından yapılan operasyonlar
gibi, örgütün nihai amacını açıkça ortaya koymaya başladığı sansasyonel olaylar
sonrasında; Milli Güvenlik Kurulu'nun, 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs
2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde
"hizmet hareketi" adlı, legal görünümlü illegal yapının, paralel bir
devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve anayasal düzenine karşı ciddi
tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların
devlet ve hükümet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip, kamuoyu ile
paylaşılması gibi olguların da göz ardı edilmemesi gerekir.” Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3
E., 2017/3 K. sayılı kararı.
Yargıtay Ceza
Genel Kurulu Kararı: “…Bu
nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri
hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı
bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle
kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli
operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması
hadiselerini saymak mümkündür.”
“Ayrıca,
Milli Güvenlik Kurulunun 30.10.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği
müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyuyla paylaşılan kararlarda;
FETÖ/PDY/PDY'nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet
içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik
boyutu bulunan, diğer terör örgütleriyle işbirliği yapan bir terör örgütü
olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütüyle devletin tüm
kurum ve birimleriyle birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların
alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükümet yetkililerince de en
üst düzeyde benimsenip kamuoyuyla paylaşılması gibi olguların da göz ardı
edilmemesi gerekir.”
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
26/9/2017 T., 2017/16. MD-956 E., 2017/370 K. sayılı kararı.
[9] 57.
“…İktidarın meşru yollarla
değiştirilebildiği bir demokratik düzende zora ve şiddete başvurmak
gayrimeşrudur. Ancak terör örgütü olmaya bağlanan ağır hukuksal sonuçlar
gözetildiğinde kamu makamlarının bu konudaki değerlendirmelerini daha
özenli yapmaları beklenir.”
[10] 51.
“…Örgüte yönelik ilk operasyonun
yapıldığı 1967 yılından Anayasa Mahkemesine sunulan son raporun hazırlandığı
2016 yılına kadar geçen süre içinde anılan örgütün silahlı eyleme karışmadığı
anlaşılmaktadır.”
[11] 35.
“…Terör örgütlerinin söz konusu
olduğu durumlarda ilk olarak değerlendirilmesi gereken, örgütün temel haklar
kapsamında kaldığı iddia edilen fikirleri değil amaçlarına ulaşmak için
anayasal bakımdan korunması mümkün olmayan şiddet yöntemlerine başvurup
başvurmadığıdır.”
[12] Ceza Genel Kurulu Kararı: "a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak;
baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket
eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan
kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir
veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da
dahildir."
“Emniyet
Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK'da yapılanan
FETÖ/PDY/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet
kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt
mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının bulunması,
silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla
birlikte;"
"...Tasarrufunda
bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın
314’üncü maddesinin birinci ve ikinci fıkraları kapsamında bir silahlı terör
örgütü olduğu izahtan varestedir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26/9/2017 T., 2017/16. MD-956 E.,
2017/370 K. sayılı kararı
16. Ceza
Dairesi Kararı: “Örgütün, silahlı örgüt vasfını
kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde
gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir. Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24/4/2017 T., 2015/3
E., 2017/3 K. sayılı kararı.
[13] 42.
Suçun hukuka aykırılık unsuru ile
maddi ve manevi unsurlarına, suça etki eden nedenler ile özel görünüş
biçimlerine ilişkin iddiaların mahkemece dikkate alınması ve uygun bir şekilde
değerlendirilmesi gerekebilir. Sanıklar tarafından ileri sürülen ve
yargılamanın sonucunu etkileme ihtimali bulunan bu tür iddiaların dikkate
alınmaması veya gereği gibi değerlendirilmemesi gerekçeli karar hakkını
zedeleyebilir. Mahkemenin sanığın hükmün sonucunu değiştirebilecek iddialarını
dikkate aldığından söz edilebilmesi, önemli ölçüde gerekçenin bu iddialara
cevap verebilecek nitelikte hazırlanması ile mümkündür.”
60. Başvurucu
tarafından derece mahkemeleri önünde savunulan argümanların davanın sonucuna
etkili olmadığı da söylenemez. Söz konusu argümanlar derece mahkemelerince ya
cevapsız bırakılmış ya da bunlara ilgili
ve yeterli bir yanıt verilmemiştir. Özünde bazı şablon cümlelerin
tekrarı görünümünde olan kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince
açık olarak belirtmeyen derece mahkemelerinin başvurucunun ileri sürdüğü ve
tartışılması için mahkemelerin önüne getirdiği hukuki görüşleri makul bir
ölçüde değerlendirmediği anlaşılmaktadır.
[14] 62.
Somut olayda başvurucu tarafından ileri
sürülen ve yargılamanın sonucunu değiştirme ihtimali bulunan iddiaların dikkate
alınmaması ve gereği gibi değerlendirilmemesi nedeniyle Anayasa’nın 36.
maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamında gerekçeli
karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir
[15] Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20/12/2018 T., 2018/16-419 E., 2018/661 K. sayılı kararı.
[16] 53.
Hizb-ut Tahrirbilgi notlarında,
örgüte ait yayınların hiçbirinde zor ve şiddet kullanmaya yönelik kışkırtıcı düşüncelere
ve yasalara aykırı, dış dünyaya yansıtılan suç oluşturucu bir davranışa
rastlanmadığı ifade edilmektedir. Üstelik başvurucunun iddiasına göre örgüt;
Türkiye'de ve diğer ülkelerde kendilerine karşı silahlı bir baskı olması
durumunda bile silaha başvurmayacaklarını, şiddeti bir yöntem olarak
benimsemediklerini açıklamıştır. Buna rağmen önceki kararları veren mahkemeler de eldeki başvuruya ilişkin kararları
veren mahkemeler de bu hususları gözeterek bu örgütün 5237 sayılı Kanun
anlamında bir örgüt olup olmadığını ve eylemlerinin başka bir suçu oluşturup
oluşturmadığını değerlendirmemişlerdir.
Yorumlar
Yorum Gönder