Özet: Bu makalede, yerleşik Yargıtay içtihatları bağlamında;
son zamanlarda “yeniden yapılanma” adı altında yapılmaya başlanan
soruşturmaların hukuka aykırılığına, hangi faaliyetlerin bu kapsamda
değerlendirilebileceğine ve yeniden yapılanma kabulünde dikkate alınması
gereken hususlara yer verilmiştir.
1. Silahlı
Örgüt Kabulünde Matuf Eylem Kriteri
Silahlı örgüt kabulü matuf suçlardan
yapılan yargılamalar sonunda verilecek mahkumiyet kararı ile yapılır. Zira
matuf eylem silahlı mücadelenin göstergesidir. Matuf eylem yargılaması
yapılmayan veya matuf suçtan beraat kararı verilen yargılamalarda yapılan
silahlı örgüt kabullerinde; örgütün nihai amacı, tehlikeliliği (somut tehlike)
ve elverişliliği ancak varsayımsal ve soyut olarak kabul edilmiş olur ki, bu
kabul ceza yargılamasının amacına aykırıdır. Çünkü ceza yargılamasında kesin
kabullerle hüküm kurulabilir.[1]
Elverişlilik, soyut ve göreceli bir
kavramdır. Yargıtay uzun yıllara varan içtihatlarıyla örgütün oluşturduğu somut
tehlikeyi ve elverişliliğini “matuf eylem” ile tespit ederek
somut bir kritere bağlamıştır. Zira bir örgüt tarafından gerçekleştirilen
eylemin “amaca yönelik ve sonucu oluşturmaya elverişli (matuf
fiil)” olarak kabulü, bu örgütün de nihai amaç için elverişli olduğu
anlamına gelir. Silahlı örgüt kabulünden sonra bu örgüt tarafından
gerçekleştirilen her vahim eylem aynı zamanda matuf eylem kabul edilebilir.
Matuf/vahim (öldürme, yaralama, bombalama
vb.) eylemi olmaksızın bir örgütün Devletin birliği ve anayasal düzeni için
ağır ve yakın bir tehlike oluşturduğunun kabulü halinde bu kabulün ağır hukuki
sonuçları olur. Zira böyle bir kabul ile bir ilçede Hükümet konağına taş atan
üç kişinin, Cumhurbaşkanına yumurta atan üç kişinin ya da Hükümeti eleştiren
çakı-bıçaklı üç kişinin de silahlı örgüt olarak kabulü gerekir. Çünkü en az üç
kişi bir araya gelmiş ve bir devlet yetkilisine karşı silah (eylemde kullanılan
taş ve yumurta TCK 6.maddesi gereği silahtır) kullanılarak bir eylem
gerçekleştirilmiştir. Bu kabülle birlikte, “Devlet veya anayasal düzen
için tehlike oluşturan bir yapılanma vardır” şeklindeki bir varsayımla
basit protesto hareketleri dahi silahlı örgütün varlığı için yeterli kabul
edilebilecektir.
Benzer uygulamalarla, yani varsayımsal bir
kabülle bir cemaatin, vakfın, derneğin ya da siyasi partinin silahlı örgüt
olarak kabul ve ilan edilmesinin önü de açılmış olur. Zira bir cemaatin, siyasi
partinin ya da derneğin yeterli sayıda üyesi, hiyerarşik yapısı, örgütlenmesi
ve üyeleri arasında yasal olarak silah bulunduran pek çok mensubu bulunabilir.
Söz konusu siyasi partinin ya da derneğin TBMM’de çoğunluğu sağlamak veya
hükümeti devirmek şeklinde bir amacı da olabilir. Böyle bir kabul durumunda,
bir yapının TBMM veya hükümeti silahlı mücadele sonucu devireceğine dair
tahmine dayalı bir yorumla karar vermek mümkün hale gelir ki, hükümete muhalif
herhangi bir yapının basit bir tahminle silahlı örgüt olarak ilanının önü
açılır. Bu nedenle, matuf eylem olmaksızın bir yapının silahlı örgüt olduğunun
kesin olarak tespiti mümkün değildir. Çünkü “ciddi, ağır ve yakın
tehlike” ancak vahamet arzeden bir matuf eylemle anlaşılır.
“Silahlı örgüt kabulü”, TCK'nın 302, 309, 311, 312. maddelerine dayanılarak
açılan davalardaki matuf eylem yargılamasında tartışılmalıdır. Sadece 314.
madde kapsamında açılan bir dava kapsamında örgütün matuf eylem gerçekleştirip
gerçekleştirmediği tartışılarak "matuf suça" karar
verilebilmesi mümkün değildir. Matuf eylemi olmayan, dolayısıyla matuf suçtan
hüküm kurulamayan yargılamalarda silahlı örgüt kabulü yapmak sübjektif bir
değerlendirme olur. Zira bu yargılamalarda örgütün yakın ve ciddi tehlike
oluşturduğu somut olarak tespit edilemez.
Matuf suç yargılaması yapılmayan veya
matuf suçtan beraat kararı verilecek yargılamalarda; bu örgüt bakımından başka
matuf eylem bulunup bulunmadığı, matuf eylem nedeniyle açılmış başka dava olup
olmadığı araştırılmalı ve sonucuna göre “birleştirme kararı” verilmeli
veya “bekletici mesele” yapılmalıdır.[2]
“Silahlı örgüt mensubiyetinden” hüküm kurulabilmesi için bir silahlı örgütün
varlığı gerekir ve bu mesele bir "ön sorun"dur. Yalnızca
314. maddeden yargılama yapan bir mahkeme bu ön sorunu çözemez. Yani bu örgütün
matuf eylemi bulunup bulunmadığına nisbi yargılama yaparak kendisi karar
veremez. Mahkemeler iddianamedeki fiil ve fail ile bağlıdır ve örgüte atfedilen
matuf eylem iddianamede dava konusu fiil olarak gösterilmemişse, mahkeme bu
eylemin bu örgüt tarafından gerçekleştirildiğine ve matuf olduğuna karar
veremez. Bu nedenle, matuf eylemin yargılandığı dosya bekletici mesele
yapılmalı veya birleştirilmelidir.
Sadece örgüt üyesi, yardım eden veya örgüt
adına suç işleyen olduğu iddia edilen kişiler hakkında açılan davalarda; ilk
vahim eylem yargılaması sonunda verilecek silahlı örgüt kabulüne ilişkin karar
kesinleşene kadar, yani silahlı örgütün varlığı tespit edilene kadar mahkumiyet
kararı verilmemelidir. Yargılamaya devam edilip deliller toplanabilir. Beraat
kararı verilebilir, çünkü beraat kararı "silahlı örgüt" olgusuna
bağlı değildir. Ancak, mahkumiyet kararı "silahlı örgüt" kabulünün
sonucuna göre verilebilir. Bu nedenle, bu dosyalarda ilk vahim/matuf eylem
davaları "bekletici mesele" yapılmalıdır ve silahlı
örgütün varlığı belirlenmeden verilen mahkumiyet kararları hukuka aykırı
olacaktır.
Kısaca, silahlı örgüte üye olmaktan
mahkûmiyet kararı verilebilmesi için öncelikle TCK’nın 314. maddesi kapsamında
bir silahlı örgütün varlığı,[3] yani
bu yapılanmanın silahlı örgüt olduğuna dair verilen ve kesinleşen bir kararın
bulunması gerekir. Zira daha önce silahlı örgüt nitelendirmesi yapılan ve bu
nitelendirmenin kesinleştiği yapılanmaların mensupları TCK’nın 314. maddesinden
cezalandırılabilir.[4]
2. Vasıf
Değişikliği
Nihai amacı devletin birliğini bozmak veya
anayasal düzeni değiştirmek olan yapılanmaların zamanla vasfında değişiklik
olabilir ve bu değişiklik genellikle yöntem, bazen de amaç suçun değişmesi
şeklinde gerçekleşir. Örneğin, TMK’nın 7. maddesi kapsamında silahsız terör
örgütü olarak kabul edilen bir yapılanma zaman içinde yöntem değişikliğine
giderek silahlı eylemlere girişip silahlı örgüte dönüşebilir.[5] Yine,
TCK’nın 316. maddesi kapsamında suç için anlaşma vasfında bulunan bir yapılanma
veya TCK’nın 220. maddesi kapsamında suç örgütü vasfındaki bir oluşum ve hatta
legal olarak hukuka uygun yöntemlerle faaliyet yürüten yapılanmalar da zamanla
silahlı mücadele yöntemini benimseyerek silahlı örgüte dönüşebilir.
Ancak, silahlı örgütün silahlı mücadeleyi
bırakması da mümkündür. Silahlı mücadeleden vazgeçen örgütün yeni vasfının,
benimsediği yeni yönteme göre tekrar tayini gerekir. Özellikle, uzun süre
silahlı eylem yapmayan bir örgütün yöntem değişikliğine gidip gitmediği tekrar
değerlendirilmeli ve vasıf değişikliği var ise vasfın değiştiği tarih de tespit
edilmelidir.[6] Ayrıca,
silahlı örgütler zamanla nihai amaçlarında da değişiklik veya uyarlama
yapabilir.[7]
3. Silahlı
Örgütten Ayrılan Yeni Oluşumların Hukuki Durumu
Silahlı örgüt olarak kabul edilen bir yapılanmanın
daha sonra “adının değiştirilmesi”[8] halinde veya
aynı silahlı örgüte “bağlı olarak” oluşturulan “alt
birimler” (gençlik kolu, askeri kanat, metropol birimi) ile ilgili
yeniden silahlı örgüt kabulüne gerek yoktur. Zira bu birimler silahlı örgüt olduğu
kabul edilen yapıya bağlı oluşumlardır.[9]
Ancak, silahlı örgütten ayrılan “yeni
oluşumlar” var ise bu oluşumlarla ilgili vasfın yeniden tayini ve
şartları varsa yeniden silahlı örgüt kabulü gerekebilir.[10] Yeni
oluşum veya alt birimin silahlı örgütün devamı niteliğinde olup olmadığını
tespit bakımından aranacak kriter; bu oluşumun silahlı örgüt kabul edilen
yapılanmaya “organik olarak bağlı” olup olmadığıdır. Silahlı
örgüte organik olarak bağlı olan, yani halen silahlı örgütün var olan
hiyerarşik yapısına dahil olan “birimler” için tekrar silahlı
örgüt kabulüne gerek yoktur. Ancak, silahlı örgütten organik olarak ayrılan,
yani silahlı örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan yeni oluşumlarla ilgili
tekrar silahlı örgütün unsurları incelenip silahlı örgüt kabul kararı
verilmelidir.
4. Son
Zamanlarda Gerçekleştirilen “Yeniden Yapılanma” Operasyonlarının
Değerlendirilmesi
Silahlı/silahsız örgütlerin vasıf
değiştirmesi mümkündür ve bu değişiklik sonucu yeni nitelendirmenin nasıl
yapılacağı Yargıtay kararıyla sabittir. Bu kararlar gereğince; silahlı örgütün
devamı kabul edilen oluşumlarda silahlı örgütün ideolojisi ve stratejisini
benimsenmesi ve silahlı örgütün zorunlu unsuru olan “silah” unsurunun
varlığı, silahsız terör örgütünde ise yeni oluşumum TMK’nın 1 ve 7.
maddelerinde yer alan terör amaçlarını gerçekleştirmek amacı taşıyıp
taşımadığının tespiti gerekir. Bu tespit için de EGM Terörle Mücadele
Dairesi Başkanlığından yeni oluşumun niteliğini gösteren bir rapor
alınmalıdır. Bu tespitlerden sonra daha önce silahlı örgüt olduğuna karar
verilen bir yapılanmadan ayrılarak silahsız örgüt ya da suç örgütüne dönüşen
yapılanmayla ilgili vasıf değişikliğine bir ana/çatı dava da Yargıtayın karar
vermesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında, son zamanlarda
gerçekleştirilen “yeniden yapılanma” soruşturmalarını değerlendirmek gerekirse;[11]
Bu soruşturmalara gerekçe
olarak; tutuklu ve hükümlü yakınlarına yardım etmek, KHK’larla
mesleklerinden çıkarılanlara iş bulmak, öğrenci evi açmak, örgütten kopmaları
önlemek için motivasyon toplantıları organize etmek gibi faaliyetler
gösterilmektedir. Ancak, bu operasyonlar silahlı örgüt kapsamında yapılsa da,
bu zamana kadar silahlı örgütün amaç suçları olan TCK’nın 302, 309, 311 ve 312.
maddelerindeki suçların işlenmesine yönelik bir eylem planı, çalışma veya
strateji belgesi ya da bir delil ve silahlı örgüt için zorunlu unsur olan her
hangi bir silah ele geçirilememiştir. Bu operasyonların, yeni bir silahlı örgüt
yapılanmasının deşifresi için yapıldığı belirtilse de, böyle bir örgüt ve
yapılanmadan söz etmek mümkün değildir. Zira yeniden yapılanmaya delil olarak
gösterilen faaliyetlerin tamamı hukuka uygun davranışlar olup bunlar örgüt
talimatıyla gerçekleştirilse dahi, herhangi bir suç kapsamında
değerlendirilemezler. Ayrıca, gerçekleştirilen eylem suç ise örgüt talimatının
bir değeri olur, ancak eylem her hangi bir suça karşılık gelmiyorsa, hiçbir
cezaya dayanak teşkil etmez. Yargıtay uygulaması gereğince de, silahlı
örgütün çağrısı üzerine düzenlenen imza kampanyasında imza atmak,[12] örgüt
çağrısı ile kepenk kapatmak,[13] örgüt
mensuplarını cezaevinde ziyaret edip ihtiyaçlarını karşılamak örgütsel faaliyet
değildir.[14] Yine,
AİHM’in Ragıp Zarakolu kararında yer verdiği üzere, yasal ve rutin faaliyetler
ile Anayasa ve AİHS’te düzenlenen hakların kullanılması nedeniyle verilen
tutuklama ve mahkumiyet kararları hukuka aykırıdır.
Aynı şekilde, aksi durumun ve suç teşkil
etmeyen eylemlerin suç olarak kabulü 2003 yılında Terörle Mücadele Kanunu’nda
(TMK) yapılan değişikliği anlamsız kılacaktır. Zira 2003 yılında 4928
sayılı Yasa ile TMK’daki terör tanımının "fiil” (eylem/hareket)
bölümü de değiştirilmiştir. Zira TMK’nın ilk metinde “her türlü
eylemler" şeklindeki ifade “her türlü suç teşkil eden
eylemler" şeklinde değiştirilmiştir. Terör örgütü kavramı, terör
tanımına bağlı olduğu için bu değişiklik terör örgütlerine de zorunlu bir unsur
olarak yansımıştır. Bir yapılanmanın terör örgütü olarak kabulü için mutlaka
TCK veya ceza hükmü içeren diğer özel yasalarda düzenlenen “suç teşkil
eden bir eylem” gerçekleştirmesi gerekir. Bir örgüt, amacı terör dahi
olsa kabahat türü veya idari ceza gerektiren eylemler gerçekleştirmişse bu
eylemler suç olmadığından ve terör eylemi sayılamayacağından, o örgüt terör
örgütü olarak kabul edilemez. O halde, bir örgütün terör örgütü sayılabilmesi
için; bir "terör eylemi" gerçekleştirmesi, bu
eylemin terör eylemi olarak kabulü için de mevzuatta "suç" olarak
düzenlenmesi gerekir ve bu suç mevzuatta düzenlenen herhangi bir suç olabilir.
Zira TMK’da "her türlü suç teşkil eden eylemler" ifadesiyle
bu hususta bir sınırlamaya yer verilmemiştir.
Suç örgütleri için zorunlu olmayan bu
unsur bir bakıma terör örgütleriyle suç örgütleri arasındaki sınırı belirler. “Suç
işleme amacı” suç örgütü, terör örgütü ve silahlı örgüt için ortak
unsurdur. Zira TCK'nın 220. maddesine göre bir yapılanmanın "suç
örgütü" olarak kabul edilebilmesi için suç işlemesi gerekmez ve
suç işleme amacının olması yeterlidir. Ancak, 2003’te TMK’da yapılan
değişiklikten sonra bir yapılanmanın "terör örgütü" olarak
kabulü için suç işleme amacının yanında, mutlaka bu amaca yönelik bir "suçu" da
işlemesi gerekir. Silahlı örgütler aynı zamanda terör örgütü olduğundan,
amaca yönelik bir "suç" işlenmesi silahlı örgütün de
zorunlu unsurudur. Suç işlememiş yapılanmalar terör örgütü veya silahlı örgüt
olarak kabul edilemez. Yargıtay, silahlı örgütün vahamet boyutuyla orantılı
olarak terör örgütlerine göre biraz daha ağır bir suç işlemesini de
aramaktadır.
2003 değişikliğinden sonra terör örgütleri
cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit
yöntemlerinden birini uygulayarak, suç teşkil eden eylemler gerçekleştiren yani
suç işleyen örgütlerdir. TMK’nın 1. ve 7/1. maddeleri gereğince bir
yapılanmanın "terör örgütü" olarak kabul edilebilmesi
için mutlaka bir "suç işlemesi” ve “cebir
ve şiddet kullanması” gerekir. Suç işlenmesi ile cebir ve şiddet
kullanılması terör örgütlerinde "bir arada" bulunması
gereken zorunlu unsurlardır ve sadece birinin varlığı yeterli değildir.
Bu açıklamalar ışığında; yeniden yapılanma
faaliyeti olarak kabul edilen hususların hiç birinde bu kişilerin bırakın
silahlı/silahsız örgüt üyesi olmalarını, dış dünyaya yansıyan “suç” teşkil eden
her hangi bir eylemleri de yoktur. Ayrıca, böyle bir yapılanma olduğu iddiasıyla
koordineli olarak ülkenin her yerinde operasyonlar yapılıyorsa ve delileri
olmasa da, bu kişilere örgüt üyeliği isnat ediliyorsa, yeni oluşumun
niteliğiyle ilgili ana/çatı bir davada Yargıtay karar vermelidir. Ancak, 15
Temmuz’da gerçekleştirilen vahim eylemlerle ilgili ana davaların (Genelkurmay
çatı ve Akıncı üssü) sonucunu bile beklemeden, 15 Temmuzdan bir yıl önce
başlayan ve görevi kötüye kullanma kapsamında açılan bir davaya 15 Temmuz
olaylarını monte ederek emsali görülmemiş şekilde Gülen hareketini silahlı
örgüt kabul eden Yargıtay’dan böyle bir karar beklemek hayalcilik olacaktır.
Kısaca, yeniden yapılanma olarak adlandırılan soruşturmalar, hukukilikten öte,
15 Temmuz süreciyle birlikte başlayan “cadı avı” ve bir
kesimi “şeytanlaştırma” çalışmasının bir devamıdır. Silahlı
örgüt kabul ettiği yapının herhangi bir silahı olmadığını bildiği için 15
Temmuz olaylarındaki silah unsurunu bile polis ve askerlerdeki silahlarla
açıklama başarısı gösteren yargının yeni misyonu, bu olayların üzerinden 4,5 yıl
geçmesine ve o kadar operasyon ve çabaya rağmen, cebir şiddet içeren eyleme
karışmayan ve silahları da olmayan kişilere hukuka uygun davranışları nedeniyle
tekrar örgüt soruşturması açmak suretiyle, bu kişileri sistematik bir çabayla
“sivil ölü” haline getirmektir.
Evet, ortada bir suç olduğunda şüphe
yoktur. Ama bu suç, hiçbir suça bulaşmamış ve haklarında varsayım ve önyargıyla
oluşturulan şablon iddialar dışında delil olmayan kişiler tarafından değil,
bizzat bu operasyonları gerçekleştiren yargı mensupları tarafından
işlenmektedir. Zira her bir suçun maddi ve manevi olmak üzere iki unsuru vardır
ve bu unsurların varlığı şüpheye yer vermeyecek şekilde ortaya konulmalıdır. 15
Temmuz sonrası, Yargıtay’ın şartları gerçekleşmeden silahlı örgütün maddi unsuruna
ilişkin kabulünden sonra ve sadece bu unsurla yetinip suçun manevi unsuru olan
örgütün nihai amacını bilme ve isteme unsurunu hiç araştırmadan, piramit ve
benzeri anlamsız kategorilerle insanlara ceza yağdıran ve en hafif ifadesiyle
“görevi kötüye kullanmak suretiyle hürriyeti tahdit suçunu (TCK m. 309/3-c)”
işleyen yargı mensupları, yeniden yapılanma adını verdikleri bu operasyonlarla
işi bir adım ileriye götürerek TCK’nın 77. maddesinde ifadesini bulan “insanlığa
karşı suç” işlemektedirler. Zira bu maddenin 1/c bendi gereğince,
“kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun siyasal, felsefi, ırki veya dini
saiklerle toplumun bir kesimine karşı bir plan doğrultusunda sistemli olarak
işlenmesi insanlığa karşı suçtur.” Acaba, silahlı örgüt mensubiyeti için gerekli
şartlar oluşmadan tutuklanan, mahkum edilen, devletten atılan, özel sektörde
çalışması ve yurt dışına çıkması engellenerek adeta “medeni ölü” haline
getirilip toplumdan soyutlanan insanların, kendileri ve ailelerinin hayatlarını
devam ettirebilmeleri adına Anayasa’da düzenlenen “çalışma hürriyetine” aykırı
olarak iş bulmaları ya da bu kişilerin iş bulmalarına yardım etmelerinin veya
ifade, din-vicdan ve örgütlenme özgürlüğüne aykırı olarak bir araya
gelmelerinin bir merkezden koordine edilerek örgütsel faaliyet kabul
edilmesinin başka bir izahı olabilir mi? Bir kişi daha önce ceza alsa dahi, bu
kişinin ve ailesinin anayasal ve yasal hakları engellenip bu haklar yeni
suçlamalara gerekçe yapılabilir mi?
[1] “…Sıkıyönetim mahkemesi suç
dosyalarını birleştirerek sanıkların, TCK’nın 149/1. maddesindeki suçu işlemek
için "çete" oluşturdukları kanaati ile bu suçtan mahkumiyetlerine
karar vermiş ise de; silahlı çete, birçok sayıda kimsenin disiplinli bir
şekilde organize edilmesi ile meydana geleceği; çetenin bariz vasfının,
168’inci maddede açıklanan suçları işlemek için iradelerin birleşmesinin
gerekeceği; sistemli, hiyerarşik bir organizasyonun mevcut olması; taarruz ve
mukavemete hazır hale gelmiş bir teşkilatın olması fiilin silahla işlenmesi
hususunda çete mensuplarının iradelerinin birleşmiş olması koşulları yanında
maddi unsura müteallik hareket olarak da çeteyi teşkil etmek, çetede amirlik,
komuta veya hususi bir vazifeyle görevli olmak zorunludur. Sanıklar bazı
yerlere bomba koyup patlatmakla eylem biçimlerini ortaya koymuşlardır. (Bomba
atmak, dinamit nakli, yangın çıkarmak vs.). Bu faaliyetler çete teşkili
düzeninde -ciddiyetinde- olmadığı eylem biçimlerinden anlaşılmaktadır. Hele
"Katliam" suçunu işlemek için bu örgütü oluşturdukları tamamen varsayıma dayanmaktadır.” Askeri
Yargıtay 2. Dairesinin 07/5/1980 T., 1980/157 E., 1980/169 K. sayılı
kararı.
[2] “…Sanıklar
hakkında l3.4.l992 gün ve l992/322-l42-209 sayılı iddianame ile bölücülük
propagandası suçundan, l.6.l992 gün ve l992/64l-438-387 sayılı iddianame ile
silahlı çetenin sair efradı olmak, silahı gasp ve izinsiz pankart asmak
suçlarından dolayı kamu davası açıldığı, davaların irtibat nedeniyle
birleştirildiği, yapılan yargılama sonunda; sanıkların silahlı çetenin
sair efradı olmak suçundan cezalandırıldıkları, silahlı gasp ve izinsiz pankart
asma suçlarından dolayı görevsizlik kararı verildiği, bölücülük propagandası
suçundan ise hüküm kurulmadığı anlaşılmaktadır. TCK. nun l68. maddesinde
tanımlanan suçun, hazırlık hareketlerini de cezalandırma kapsamına alan
ve çeteye "Silahlı" niteliğini kazandıracak önceki silahlı
eylemleri de zorunlu kılan bir araç suç olduğunda, bu niteliği
taşımayan terör örgütlerine girenler hakkında 37l3 sayılı Yasanın 7/1.
maddesinin uygulanması gerektiğinde, örgütün Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının
tamamını veya bir kısmını tağyir, tebdil ve ilga amacına yönelik ve bu sonucu
oluşturmaya elverişli icra hareketlerinin ise TCK. nun l46/l. maddesi
kapsamında değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğunda kuşku yoktur. Yine
dosya içerisinde bulunan İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü'nün
20.8.l992 gün 228750 sayılı yazısının son bölümünde sanıkların sair efradı
oldukları ileri sürülen (Direniş Hareketi) örgütünün 12 Eylül l980 harekatı
akabinde başlatılan operasyonlar sonucu dağıtıldığı, l990 yılında toparlanma
çabalarına girişerek pankart asma, bildiri dağıtma, bir yere patlayıcı madde
atma gibi eylemleri gerçekleştirdiği, fırsat bulduğu takdirde silahlı
eylemlere girişebileceğinin bildirildiği, sanıklar vekilinin ise yazıda adı
geçen ve anılan örgütü canlandırma çabalarına girişmesi nedeniyle
hakkında kamu davası açılan HY isimli kişinin beraatine karar verilmiş olduğunu
ileri sürdüğü anlaşılmaktadır. Yukarıdaki açıklamalar
ışığında her yönüyle gerçeğe uygun bir kanıya ulaşabilmek için mahkemece silahlı
gasp ve pankart asma suçlarından dolayı verilmiş
olan görevsizlik kararı CMUK. nun kendine özgü kuralları
içerisinde yasa yollarına başvurularak kaldırıldıktan, HY
hakkındaki onanlı karar örneği getirtilip dosya içerisine konulduktan ve her
iki iddianameye konu suçlar yönünden tüm deliller toplanıp birlikte
değerlendirildikten sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının takdir
ve tayini gerekirken, eksik soruşturma ile ve yetersiz değerlendirme ve
gerekçeye de dayanılmak suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi…” Yargıtay
9. Ceza Dairesinin 11/7/1994 T., 1994/2136 E., 1994/4134 K. sayılı
kararı.
[3] “…Sanıklardan AA’nın çetenin sair efradı
olmak, diğer sanıkların da, THKP/C Dev-Yol Örgütü mensubu oldukları
iddia olunan MÖ, İA, BSA, GB ve MD isimli şahısları hal ve sıfatlarını
bilerek barınacak yer göstermek, elbise ve erzak sağlamak ve sair surette
hareketlerini kolaylaştırmak suçlarından haklarında kamu davası açılmıştır.
TCK.nun 168/2. maddede yazılı “çetenin sair efradı olmak” suçu ile aynı yasanın
169. maddesinde yazılı “çeteye barınacak yer göstermek, yardım etmek ...
erzak, silah, cephane veya elbise sağlamak ... hareketlerini kolaylaştırmak” suçlarının
oluşması için, 168/1. maddede yazılı suçları işlemek için oluşturulan silahlı
cemiyet veya çetenin bulunması veya bir çetede hususi bir görev almış
olanların herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken
belirgin olması gerekir. Bu nedenle, olayımızda olduğu gibi, çete mensuplarının
fiili ve hukuki durumlarının yeterince açıklığa çıkmadığı hallerde yeterli ve
güvenilir belge ve dosyalarla durumlarının kesinlikle saptanması ve bunlar
hakkında açılmış bir dava mevcut olduğu takdirde bu dava sonucunun beklenmesi
ve sonucuna göre de çetenin sair efradı ile, yataklık yapan kimselerin hukuki
durumlarının tayin ve takdiri gerekir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun
01/02/1988 T., 1988/9-422 E., 1998/1 K. sayılı kararı.
[4] “…Sanığın
Sögütçe'deki silahlı çatışmaya, silahı ile fiilen katıldığı bu şekilde
belirledikten sonra, mensubu bulunduğu örgütün niteliğine bakmak
gerekir. PKK. Örgütü Türkiye'nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde markist-leninist
ideolojiye dayanan bir Kürt Devleti Kurulmasını ve bu toprakların Devlet
idaresinden ayrılmasını sağlamayı nihai hedef kabul eden silahlı bir çetedir.
Bu şekilde sanığın ve örgütün konumu saptandıktan sonra,
eylemlerinin hangi suçu oluşturacağı hususuna gelince...” Yargıtay Ceza
Genel Kurulunun 19/10/1992 T., 1992/9-258 E., 1992/281 K. sayılı kararı.
[5] EKİM
ve AFİD örgütleri böyledir. TMK’nın 7/1. maddesi kapsamında terör
örgütü iken silahlı eylemlere girişmişler ve ETCK’nın 168.
maddesi kapsamında silahlı çeteye dönüşmüşlerdir.
[6] Ekim örgütüyle ilgili iki karar:
“…Dosya kapsamına göre sanıkların cebir, şiddet,
korkutma ve tehdit yöntemleri ile Anayasada belirtilen Cumhuriyetin
niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal düzenini değiştirmek amacıyla kurulan ve
3713 sayılı Yasanın 1. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gereken EKİM
örgütünün afişlerini birkaç kez çeşitli yerlere yapıştırmak şeklinde
gerçekleştiği anlaşılan eylemlerinin…” Yargıtay 9.
Ceza
Dairesinin 05/4/1995 T., 1995/350 E., 1995/221 K. sayılı
kararı.
“..Sanıkların mensubu oldukları, yardım, yataklıkta
bulundukları EKİM örgütünün ..Yargıtay içtihatlarına göre 27.7.1996 tarihinden
itibaren silahlı çete niteliğinde bulunduğu nazara alınarak…” Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 19/4/1999 T., 1999/2861 E., 1999/1805 K. sayılı
kararı.
[7] “...Başlangıçta
Marksist-Leninist ideolojiyi benimsediğini açıkça dile getiren örgüt, dünya
siyasi konjonktüründeki gelişmelere paralel olarak görüntüsünde de değişiklik
yapma kararı almış, bu çerçevede 5. Kongrede öncelikle örgüt ambleminden
"orak-çekiç"in çıkarılmasını kararlaştırmış…” Yargıtay 9.
Ceza
Dairesinin 24/12/1999 T., 1999/1417 E., 1999/4102 K. sayılı
kararı.
[8] PKK, KADEK,
KONGRA-GEL: PKK, 1978 tarihindeki 1.kongrede PKK (Partiye
Karkeren Kürdistan-Kürdistan İşçi Partisi-) adıyla fiilen kurulmuştur. 2002
tarihindeki 8. Kongrede ismini KADEK (Kongreya Azadi-ü Demokrasiye
Kürdistan-Kürdistan Özgürlük ve Demokrasi Kongresi-) olarak değiştirmiştir.
2003 deki 9. Kongrede örgütün ismi Kongra–Gel (Kongraya Gele
Kürdistan-Kürdistan Halk Kongresi-) olarak değiştirilmiştir. 2005 den sonra
tekrar PKK adını kullanmaya başlamıştır.
[9] “…Sanığın PKK-Kongra-Gel terör örgütünün bir alt oluşumu olan TECAK’ın ülke
içindeki örgütlenme biçimi olan BAGEH (Bağımsız Gençlik Hareketi) isimli
oluşumun …. Üniversitesi sorumlusu olduğuna dair bir bilgi bulunmadığının
bildirilmesi…“ Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 10/6/2008 T., 2007/9-270 E., 2008/164 K. sayılı
kararı.
“...Sanığın iddia ve kabul olunan ve dosya kapsamı ile
de sübuta erdiği anlaşılan eylem ve faaliyetleri itibariyle PKK terör örgütünün
gençlik alanındaki alt yapılanmasını oluşturan BAGEH üyesi olup, eyleminin silahlı
örgüte üye olma suçunu oluşturduğu…” Yargıtay
9. Ceza
Dairesinin 10/11/2009 T., 2009/11643 E., 2009/11211 K. sayılı
kararı.
“...Sanığın dosya kapsamı ile sabit olan silahlı terör
örgütünün mahalli alan örgütlenmesi biçimindeki alt yapılanmasını oluşturan Devrimci
Halk Güçleri (DHG)nin semt sorumlusu ve üyesi olmak…” Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 14/3/2007 T., 2006/5866 E., 2007/2079 K. sayılı
kararı.
“…Tüm dosya kapsamına göre yasadışı DHKP/C terör
örgütünün alt birimi olan Ümraniye DHG yapılanması içerisinde yer alarak…” Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 14/3/2013 T., 2012/4191 E., 2013/3971 K. sayılı
kararı.
[10] “…Silahlı çete
niteliğindeki PKK örgütünden ayrılan kişiler tarafından oluşturulup
bazı değişiklikler dışında bu örgütün ideolojisi ve stratejisini benimsediği
bildirilen, silahlı eylemlerini 1992 yılı Ocak ayından itibaren yurtiçine
taşıma kararı alan, mensuplarının silahlı olduğu sanığın savunması ile toplanan
kanıtlardan anlaşılan PKK-VEJİN örgütünün silahlı çete niteliğinde
bulunduğu gözetilmeden sanığın TCK. nun 168/2. maddesi yerine yazılı
şekilde cezalandırılması…” Yargıtay 9.
Ceza
Dairesinin 10/4/1995 T., 1995/1730 E., 1995/2533 K. sayılı
kararı.
“…Hizbullahi Davet isimli yasadışı oluşumuna
ilişkin Emniyet Genel Müdürlüğünün 13.01.1999
tarihli yazısından sonra Hizbullah örgütüne
yönelik yapılan operasyonlarda Hizbullah
örgütünün yapısı, faaliyet ve uzantılarına ilişkin bir çok
belgeye ulaşıldığından Hizbullahi Davet oluşumunun silahlı çete
olan Hizbullah örgütü ile bağlantısı olup olmadığı hususunun
yeniden araştırılması, anılan örgütle ilişkilerinin tesbiti
halinde buna göre, aksi takdirde ise mevcut deliller
göz önüne alınarak sanıkların konumunun ve yasadışı
oluşumunu TCK.nun 313. maddesi ya da 3713 sayılı
yasanın 7. maddesi kapsamında kalıp kalmadığının
tartışılması suretiyle sanıkların hukuki durumlarının takdir
ve tayininde zorunluluk bulunması…” Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 26/9/2000 T., 2000/2213 E., 2000/2246 K. sayılı
kararı.
“…Kolluk Kuvvetlerince tanzim olunan I. Klasör Dizi
327 de bulunan fezlekedeki bilgilere göre; mensubu oldukları iddia
olunan 1980 yılından sonra
çözülme yaşıyan THKP/C-Dev-Yol
örgütünün geçmişine sahip çıkarak fikir ve
ideolojisi doğrultusunda 1995 yılında kurulan Devrimci
Yol/Türkiye Devrimci Gençlik örgütünün yeni bir oluşum veya silahlı çete
veyahutta 3713 sayılı yasanın 1 ve 7. maddesinde öngörülen
terör amaçlı örgüt
olup olmadığının tesbiti bakımından amaç ve stratejisi,
eylemleri ve sair yönleri ile ilgili olarak hakkında Emniyet
Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Dairesi Başkanlığından tafsilatlı bilgi alınmasından sonra, hukuki durumların tayin
ve takdiri gerekirken, haklarında eksik soruşturma ile
hüküm kurulması.” Yargıtay
9. Ceza
Dairesinin 11/3/1998 T., 1997/1726 E., 1998/819 K. sayılı
kararı.
[11] http://www.bursadabugun.com/haber/feto-nun-yeniden-yapilanma-icerisine-girmesine-yonelik-operasyon-21-gozalti-1340515.html; https://www.yenisafak.com/gundem/yeniden-yapilanma-kuran-fetoculere-baskin-3452593;https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/fetonun-yeniden-yapilanmasi-sorusturmasinda-gozaltina-alinan-suphelilerden-19u-tutuklandi/1761292; https://www.hurriyet.com.tr/gundem/fetonun-il-imamlari-hamamlarda-ve-pastanelerde-toplanmislar-41624393; https://www.iha.com.tr/haber-fetonun-yeni-yapilanmasina-operasyon-26-gozalti-849213/; https://www.sabah.com.tr/gundem/2020/10/17/son-dakika-fetonun-guncel-il-yapilanmasina-buyuk-darbe-23-gozalti?paging=4; http://yekvucut.com/teftis/istanbulda-yeniden-yapilanmaya-calisan-feto-hucresi-cokertildi/
[12] “…Sanıkların "ben bir kürdistanlı olarak, kürdistanda sayın Abdullah Öcalan'ı bir siyasal irade olarak görüyor ve kabul ediyorum" ibarelerini içeren bildirileri imzalamaktan ibaret eylemlerinin suç teşkil etmeyeceğinin gözetilmemesi…” Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13/5/2009 T., 2009/2603 E., 2009/5679 K. sayılı kararı.
[13] “…İlçede toplu olarak kepenk kapatılması yasa ve
nizamlara uygun olmayan bir eylem biçimidir. Kaymakamlık yetkili idari merci
olarak kamu güvenliği ve düzenini bozan bu eyleme son verilmesi yönünde aldığı
esas ve biçim yönünden yasa ve nizamlara uygun emri, ilçe halkına duyurduğu
halde, sanıkların bu emre uymadıkları açıktır. Emirde yer alan
"kepenklerin kırılarak açılacağı ibaresi de" yetkili merci tarafından
öz ve biçim yönünden, yasa ve nizamlara uygun olarak alınan kamu, güvenliği ve
düzenini sağlamayı amaçlayan emri, yasaya aykırı şekle dönüştüremez. İlan
edilen bu emre uymamak, bir başka suçta oluşturmadığına göre, sanıkların
üzerlerine yüklenen TCY.nın 526 ncı maddesine aykırı davranmak suçunun oluştuğu
kabul edilmelidir.” Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02/5/1994 T., 1994/2-105
E., 1994/131 K. sayılı kararı.
[14] “…Sanığın salt insani duygularla ve akrabalık ilişkilerinin gereği olarak
dayısının oğlu MA’ı cezaevinde zaman zaman 9 aya varan aralarla ziyaret edip
çeşitli ihtiyaçlarını karşılaması da, cezaevindeki diğer örgüt mensuplarıyla
ilişki içinde bulunduğunun kanıtı olarak kabul edilemez. Bu itibarla, 31
yaşında olup, sabıkası bulunmayan ve bir kısım yakınları kolluk görevlileri
tarafından gözaltına alındıktan sonra kaçma olanağı bulunduğu halde kaçmayan ve
evinin aranmasına da onay veren sanığın diğer kanıtlarla desteklenmeyen ve
sonraki aşamalarda reddettiği kolluk anlatımının tek başına hüküm kurulmasına
yeterli kanıt değeri bulunmadığı, bunun dışında sanığın örgüt üyesi olduğunu
gösterir, bu suçtan cezalandırılmasına yeterli, kuşkudan arınmış kesin ve
inandırıcı başkaca kanıt da bulunmadığı anlaşılmaktadır. Yargıtay
C.Başsavcılığının sanığın yasadışı örgüt üyesi olmak suçundan hükümlendirilmesi
için yeterli kanıt bulunduğuna ilişen itirazının reddine karar verilmesi
gerekir.” Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 30/4/2002 T., 2002/9-102 E., 2002/236 K. sayılı
kararı.
Yorumlar
Yorum Gönder